1 Ağustos 2011 Pazartesi

Saraybosna (Osmanlı'nın Avrupai Mirasçısı)

Saraybosna
Saraybosna adından anlaşılacağı üzere Bosna-Hersek’in başkenti. Küçük, her anlamda küçük bir şehir Sarajevo. Etrafını çevreleyen alçak tepelerin hakim olduğu  ve güney tarafında yoğunlaşan nüfusuyla ve yerleşimleriyle kaşığı andıran tarihi bir kent.


Saraybosna kadar el değiştiren bir başka şehir daha var mıdır araştırmak lazım. Saraybosna Roma, Bizans, Bulgar, Macar, Hırvat, Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Yugoslavya ve daha atladığım nicelerinin egemenliğinde kalmış ve stratejik öneminin acısını hep çekmiş bir kent. Şehri argo tabiriyle adam eden “Osmanlılar”.II. Mehmet şehir ele geçirdiğinde, sadece soyluların şatolarının olduğu imar edilmemiş bir bölgeyle karşılaşmış. Ardından Osmanlı buranın stratejik önemini kavramış, imar faaliyetleri artırılarak sürdürülmüş ve  Avrupa’da Osmanlı’nın kurduğu en büyük şehir olan “Saraybosna” doğmuş.

Miljacka Irmağı
Balkanların Dubrovnik ve Mostar’dan sonra en güzel şehri.Birkaç kültürün egemenliğinde kaldığı için mimari üslup ve tasarımlarla da çeşitliliğe sahip.Osmanlı ve Avusturya tipi yapılar ağırlıkta merkezde, fakat kaşığın tutamacına doğru gidildikçe Yugoslavya döneminde yapılan çok katlı, tipsiz, gri binalara da rastlıyorsunuz.Mimari ve yaşam birkaç yüz metrede bir değişebiliyor.İstanbul'u anımsatan Pera ve Fatih gibi bir mimari üslup ve kültür farkı burada da var.Ferhadiye caddesi mesela çok enteresan bu anlamda.Başçarşı ‘dan–Osmanlı imar bölgesi- çokta uzak olmayan ve devamı niteliğinde uzanıp giden bu cadde üzerinde Avusturya-Macaristan tipi binalar başlıyor ve birkaç km boyunca uzanıyor.Sizde sanki başka bir şehre girmiş gibi bir izlenime kapılıyorsunuz. Üçüncü olarak,Sırp daha 
doğrusu Çarlık Rusya mimarisine yakın kiliselerde mevcut, yalnız bunlar sivil mimaride pek söz sahibi değiller. Genellikle şehrin önemli binalarını etkilemişler denebilir genel itibariyle.


Başçarşı(Tarihi Sebil ve Hüsrev Bey Camii)
Çok güzel bir kütüphanesi var ve bu da Osmanlı döneminin eseri. Bir Sırp kendini bilmezinin Avusturya veliahttı genç Ferdinand’ı vurduğu köprünün hemen bitişinde yer alan bu enfes Kütüphane, 90’lı yıllarda patlak veren savaşta harap edilmiş Sırplar tarafından, mutluluk verici haber ise restorasyon çabalarının(!) olması. Şehrin merkezindeki Gazi Hüsrev Bey Camiside görülmeye değer. 16.yy  Sancak Beyi Hüsrev Bey tarafından yapılmış küçük ve iyi bakılmış bir yapı. Avlusunda oturarak ve taze demlenmiş 
Ferhadiye Caddesi
çaylarla yaşlı Boşnaklarla sohbet etmekte alternatifler arasında. Burada yaşadığım bir olayı anlatmadan geçmek istemiyorum. Oraya gittiğimiz günün akşamında avluda otururken, yanımıza uzun boylu, iri kıyım sarışın ve kibar bir bey yaklaştı. Öncelikle selam verdi ve Türkçe devam etti. Dilimizi pek bilmediğinden Almanca bilip bilmediğimizi sordu. Bizde İngilizce konuşabileceğimizi söyledik. Bu kibar bey ile onun baskın Alman aksanıyla İngilizce sohbete başladık. Hayat öyküsünü önümüze açık yüreklilikle serdi. Almanya’da mühendislik okumuş, uzun yıllar orada yaşamış, savaş sonrası emekli olduktan sonra anavatanına dönmüş... İngilizce kalitesinden ve 
Caddede Gece Hayatı
seriliğinden ötürü şaşkındık ve kibar beyin günümüz Türkçesiyle birikimli, çalıntı bir sözcükle entelektüel birisi olduğunun ayrımına çok geçmeden vardık. Nasyonalizmden bahsetti ve işin enteresan tarafı bu sözcüğün Almancasını söylüyor olmasıydı. Israrla bu konu üzerinde durdu. Zekice çıkarımlarıyla ve yaklaşımlarıyla Hitler ve en niyahetinde Boşnak kıyımına değindi. Bir saati aşkın süre muhabbet etmişiz kendisiyle. Hayatımda asla bu mavi gözlü, kibar ve güleç adamı unutamayacağım. Hazır bu tarz anılara girmişken, cadde üzerinde Türk olduğumuzu anlayıp bize çok sıcak davranan esnaftan bahsetmezsem bize bu samimiyeti gösteren Boşnaklara çok ayıp olur. Çay 
Sırp Ortodoks Kilisesi
ısmarlamak isteyenler, yemek teklif edenler, “we love you” ile biten sohbetler ve daha neler.Sağolsunlar. Dünyanın başka hangi ülkesinde bu denli sıcak insanlarla karşılaşırım bilmiyorum ama yakın ilgi göz yaşartacak cinstendi.

Saraybosna havalimanı şehre bir tramvay mesafesinde. Bu hatta 1885’te kurulmuş  Avusturya döneminde ve Avrupa yarımadasında ilklerden biri. Havalimanı diyorduk, evet, fazla uzak değil merkeze liman, zaten küçük bir şehirde ne kadar uzak olabilir. Konaklamadan da bahsetmem gerekli, zira oteller pahalı ve sayıları da epey az. Önceden rezerve etmekte fayda var. Tatil kitapçığı havasına dönmekten kurtulmak için kendi 
Başçarşı
gözlemlerim ışığında devam edeyim en iyisi, ipin ucu kaçıyor çünkü.Kütüphane demiştik, köprüyü ve camii de laf arasında iliştirmiştim. Hıristiyan unsurlara gelince, Sırp Ortodoks kilisesi de görülmeye değer, bahsettiğim caddenin tam ortasında yer alan bu muazzam yapı, özellikle geceleri ışıklandırıldığında mükemmel bir görselliğe bürünüyor. Diğer bir önemli kilisede Miljacka nehrinin yukarısında ve rakım olarak daha yüksekte yer alan Saint Antony Fransız Kilisesi. Bordo  renge boyanmış ve benim bilgilerine bakmayı unuttuğum çok güzel bir Katolik Kilisesi. Sinagog da varmış şehirde İstanbul’a döndükten sonra duyduk var olduğunu. Şu kadar bir bilgi verebilirim. Zamanında epey Yahudi de yaşamış bu 
Kaleden Gece Görünüm
topraklarda ve hala da az da olsa varlar.Çoğu  savaş öncesinde terk etmiş bu Bosna'yı.  Meydandaki sebilden bahsetmeli laf arasında.16 yy’da yapılmış o da yanlış anımsamıyorsam ve ahşaptan inşa edilmiş. Bizim III. Ahmet gibi bir şey düşünmeyin, fakat gürül gürül akan tatlı Saraybosna suyunun tadının da hakkını yemeyeyim. Bir inanca göre bu sudan içen bir daha gelirmiş Saraybosna’ya. Suya bir şey falan mı atıyorlar diye düşünmüştüm ilk duyduğumda.


Yemek yemekte sıkıntı çekmedik, giderseniz siz de pek çekmezsiniz.Başçarşının hemen her tarafında Boşnak börekçileri var. Irmak kenarında olan bir tane vardı adını unuttum şimdi.(Bir daha yanımda not defteri taşıyacağım, böyle olmayacak çünkü.) Siz siz olun sakın böreğinize kaymak(yoğurt) ilave ettirmeyin ,(Bana ne oluyorsa keyfiniz bilir.) satır kıymalısını tattım ben ve ağır geldi, beğenmedim pek. Köfte de yiyebilirsiniz Başçarşıda. Bizim Tekirdağ’ı andıran bir tadı var köftenin ve gerçekten lezzetli. Yemekten sonra bakır fincanlarda ve lokumla servis edilen kahvesini öneririm. Türk kahvesine benziyor ama daha lezzetli ve daha kıvamlı bir tadı var. Başçarşıdan kütüphane tarafına doğru yürürken yolun sol tarafında kalan -küçük- kahvehaneyi kime soransız gösterir. Kahvehanenin sahibi yaşlı bir Boşnak ve kahvesinin kokusunu daha yolun başından alabilirsiniz.


      
   Prens Ferdinand'ın Vurulduğu Köprü
Şehitlikler ve Aliya İzzetbegoviç’in anıt mezarı da Başçarşı tramvay durağının hemen üstünde. Duraktan başçarşının zıt istikametine doğru yarım kilometre kadar. Onun biraz daha yukarısında ise tepeye hakim Roma yapımı kale gözünüze çarpacaktır. Gün batımını buradan izleyin. Yalnız şansa bakın ki, bizim çıktığımız gün orada nü fotoğraf çekimleri vardı. Fotoğraf açısından kötü oldu çünkü en güzel açıyı kapmışlardı ve buna sadece üzülen bendim arkadaşlar arasında. Onlar için “şansa bak” zıt bir anlam ifade ediyordu.


Ulusal Kütüphane
Yazmayı unuttuğum epey yer ve gözlemlerim vardır eminim. Hani bana sorarsanız mutlaka gitmeniz gereken bir şehir mi diye, arada kalırım. En azından şunu gönül rahatlığıyla 
söyleyebilirim. Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa’da kurduğu en güzel ve en büyük şehir olan Sarajevo görülmeyi hak ediyor. Sanırım bizden önceki nesillere saygı duruşunda niteliğinde Saraybosna’yı ziyaret etmek. Gidin ve bir fincan kahvesini için.
Lafı Geçenlerin Fotoğrafları

Eski ve Yeni 











 
St.Antony Kilisenin Görünümü


Katledilenler
    
Önerdiğim Kahvehane


Boşnak Kadınları ve Gazi Hüsrev Bey Avlusu



 
St.Antony Fransız Kilisesi




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder