19 Ocak 2012 Perşembe

Maktul, Katil ve Berber Cevdet

Kedi uzaktan kuşları arsızca gözetliyor, gözleri öldürme isteğinin şevkiyle kaynıyordu. Sabah yağmur yağdığı için kaldırım kenarında biriken suya değmemeye özen göstererek ilerledi. Su üzerinde şekil alan zahiri yansımalara bir an gözü takıldı. Dağılan dikkatini topladı ve ilerdeki güvercin kümesine doğru ilerlemeye başladı. Adım atışları sessiz ve yumuşaktı, hafifçe ıslanan tüyleriyle sürünür bir vaziyet aldı. Daha karanlık gece lambalarının aydınlatamadığı kuytu bir noktaya kadar adımlarını yavaşlatarak bu vaziyette devam etti. Loş ortamda büyüyen göz bebeklerine vuran akisler daha da belirginleşti, okşayıcı rüzgâr uzun, dikik kulaklarını yalayarak tüyleri arasından sürünüp geçti. Bir an durdu, aniden gelen sesle irkildi, sesin geldiği tarafa doğru kulaklarından biri hemen yön değiştirdi. Dükkânı kapatan esnafın çıkardığı paslanmış kepenklerin gıcırtı sesiydi bu. Dikkati dağılmıştı yine, kuşlarla arasındaki mesafe hala uzaktı, koşamazdı. Biraz önceki ürkek, yalvarır gözleri yeniden katilleşti. Vaziyetini düzene soktu. Kalbi kulaklarında atıyor gibiydi. Kuşların onu fark etmemiş olmasına şükretti. Meydandaki sebilin kenarında dolanıyorlardı kurbanlar. Süründü, süründü. Artık zamanı gelmişti, kaslarındaki adrenalin arsızca vücudunun her bölgesini dolanıyordu. Kafasını kaldırdı ve gözüne ona en yakın olan kümenin biraz dışında yemlenen erkek kuş takıldı. Bir an durdu, vücudunu ve arka ayaklarını yay gibi gererek kuşa doğru koşmaya başladı. Son birkaç metre kalmıştı,  kuşların bir kısmı onu fark etmiş ve havalanmıştı. Önce bu kanat sesleri onu ürküttü, fakat ardından tahrik de etti. Hedefi olan kuş havalanmamıştı henüz, çok yaklaşmışken fark eden erkek kuş geç kalınmış çaresizlikle havalandı ve son direnciyle o da pençeleriyle hamle yaparak sıçradı. Ön ayakları kanatları hissetti, imkân bulunca da uzun sivri dişlerini kuşun derisine geçirdi. Yere doğru onunla birlikte indi. Yükselmek isteyen kuş kanat çırpınışlarıyla karşı koymaya çalışıyordu. O daha da çırpındıkça kuşun derisinden boşalan kanın ağzındaki sıcak tadını hissedebiliyordu şimdi. Ön ayaklarını kanatlarına bastırdı ve dişlerini azap içinde kıvranan güvercinin boynuna geçirdi. Dişleri arasında can çekişen kuşu boğdukça boğdu, öldüğüne emin olunca da başını hafifçe eğerek cansız bedeni sakince önüne bıraktı. Ağzında biriken kanlı tüyleri tükürdü ve bir süre tükenen kuşa baktı, kanayan boynuna, gri tüylerinden akan tezat kırmızıyı süzdü çizgileşen gözbebekleriyle. Eserini inceledi. Öldürmüştü nihayet, etrafına muzaffer bir edayla çalım attı, ardından her adımıyla  kuşun cılız ve kanlı bedeninden sarkarak istemsizce sallanan acınası boynuyla, gururlu ve yorgun gözden kayboldu.


Sahibi bilinmiyor.
Cevdet bu manzarayı en başından beri izliyordu dükkânın içinden. Paydos saati gelmiş yan dükkânlar bir bir kepenklerini indirirken, onun gözü bu kediye takılmış ve berber sandalyelerinden cama en yakınına oturarak tüm bu süreci izlemişti. Kediyi durdurmayı düşünmemişti. Fakat kuşu yakaladığın da kalbi cız etmişti. Neden diyordu şimdi, neden ben durdurmadım onu. Zihni cevap aramaya koyuldu… Kim bilir belki emeğine saygı duymuştu, rızkına mani olmak istemezdi. Yok, hayır bu olamazdı, zaten yan dükkân bu kediyi düzenli olarak beslerdi. O kadar güzel beslerdi ki, kedi şişmanlamıştı. Bir süre daha düşündü, evet kuşu yakalayacağını ummamıştı, bu olmalıydı açıklaması. Bu tombullukla zordu o kuşu yakalaması, birazdan kuşlar onu fark edecek ve bu macerada burada bitecek diye düşünmüş olmalıydı. Zihni dağıldı, çocukluğundan beri kuşlara, bilhassa güvercinlere olan bir düşkünlüğü aklına geldi. Babasının Urfa’da çatı katında kuş beslediğini anımsadı. Onları avuçlarıyla beslerdi. Kahverengi güvercini özellikle hiç unutamıyordu, bir sabah ölü bulmuşlardı onu. Tekrar aklına az önceki manzara geldi. Hayır, kendini kandırıyordu, bu haylaz kedi tecrübeli bir kuş avcısıydı, yapacağını yapardı. Kilolu olması engel değildi bunun için. Neden izlemişti de bu arsız kediyi kovmamıştı o zaman. Cevabı hissediyordu, şimdi daha billurdu, sadece kendine itiraf edemiyordu, cesareti kuvvet bulamıyor  “yok canımlar” gerçeği gölgelemeyi sürdürüyordu. Zihni cevabı ona çoktandır alttan alta fısıldıyordu aslında. Evet, o da en başından farkındaydı gerçek cevabın. Nihayet itiraf edebildi hakikati kendine. Zihnini bu konudan uzaklaştırmak faydasızdı, ne kadar kaçarsa kaçsın gelip oturuyordu başköşeye. Kaçmak kuyuyu aydınlatıyordu. Zihninin hissettirdiği cevabı nihayet su yüzüne çıkarabildi. İtiraf etmeliydi; Bu avdan katıksız bir keyif almıştı. Kuşun öldüğüne üzülmüş müydü, o da hayır. Öldüğüne üzülmesi gerektiği için üzülmüş gibi hissetmişti. Durdurmamıştı, seyirci kalmış ve bu cinayetten içgüdüsel bir keyif almıştı. Nitekim doğru cevap da “bu” idi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder