Bir İsmail Cem Anlatısı
-Fotoğraf sanatçısı, siyaset adamı, yazar ve gazeteci olarak İsmail Cem-
Cem hayatında fotoğrafa çok önem vermiş, deyim yerindeyse
onda bir iptila halini almış bu. Hastalığının seyri değişip, günlerinin büyük
kısmını evde yatağında geçirmeye başlayınca müdavimi olduğu National
Geographic’te doğa belgesellerindeki hayvanların fotoğrafları televizyondan
çekmeye başlamış. Fotoğrafa, sanata bu kadar tutkun bir ruh için ne büyük bir
ıstırap. Sağlığında New York’u, İtalya’yı, Hindistan’ı ve dünyanın dört köşe
bucağını gezen Cem için bu günler çok zor geçmiş olmalı.
İsmail Cem için entelektüel terimini kullanmamın diğer
önemli bir dayanağı ise ilki 1970 senesinde sonuncusu ise 2007’de yayınlamış
olan sayısı 16’ya ulaşan el emeği göz nuru kitapları. Robert Koleji mezunu ve
Lozan’da hukuk eğitimi alan Cem’in bildiği iki dilin de faydasını unutmamak
lazım. Türkçe ’ye çevrilen kitapların sayısı şimdiki kadar olmadığı dönemlerde
akademik düzeyde yabancı dil konuşup, okuyabiliyor olmak İsmail Cem’in birikim
dünyasına çok büyük katkıları olmuş. Bir başucu kitabı niteliğindeki Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi’ni
henüz 30 yaşındayken kaleme alan Cem, vefatına kadar özellikle sosyal demokrasi
ya da demokratik sosyalizm üzerine Türkiye’deki en nitelikli eserleri ortaya çıkarmayı
başarmış bir isim aynı zamanda. Salt sosyal demokrasiye ve Türkiye’nin bu
açıdan analizine odaklandığı Sosyal
Demokrasi ya da Demokratik Sosyalizm Nedir,
Ne Değildir’i ise Paris’te yüksek lisans yaparken 40’lı yaşlarındayken
yazar. Okuma ve yazma aşkı o kadar ileri seviyededir ki 1995 senesinde kaleme
aldığı bir anlamda kendisini tanımladığı şiirindeki ikinci satırda hayat bulur
bu tutkusu.
Masamın üzerinde,
Dünden
kalan işler, Tamamlanmamış yazılar,
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve
anılar ve umutlar…
İsmail Cem yazılarını sadece kitapları için yazmadı. Uzun
yıllar gazetecilikte yaptı aynı zamanda. Gazeteciliğe ise kuzeni Abdi
İpekçi’nin yanında başlar, söylemeden atlanmaması gereken diğer bir anekdot da
İsmail Cem’in İpekçi soyadını yazılarında ve haberlerinde kullanmamaya
başlaması. Gazeteciliğe giriş yaptığı 1963 senesinde o zaman Milliyet
gazetesinin başında Abdi İpekçi vardır ve İpekçi, Cem’in yazılarında soyadını
kullanmasını istemez. Bu torpil ve kayırma korkusu nedeniyle Cem, yazılarını
İsmail Cem adıyla imzalamaya başlar ve bu bir alışkanlık halini alınca İpekçi
soyadı unutulup gider. Cumhuriyet gazetesindeki görevinden sonra TRT genel
müdürlüğüne atanır. Kanalı bir halk üniversitesine dönüştürme ve devlet memuru
zihniyetinden sıyırmaya çalışan Cem’in önüne sudan sebeplerden engeller
çıkartılır. Her ne olursa olsun 1975 senesinde kanal Avrupa'nın en iyi 5. Televizyon Kanalı seçilir. Fakat Türkiye’deki
siyasi çevrelerin tezgâhladıkları oyunlardan bıkıp usanır. Ancak kolay pes etmez. Görevinden Cumhurbaşkanlığı
tarafından ihraç edildiğinde “hak ve hukuk” için Danıştay’a başvurur. Danıştay
kararı bozar. Göreve yeniden döndüğünde ise TRT’den artık iyice soğumuştur ve
toplumun İsmail Cem’e desteğine rağmen artık başka dönüm noktasına gelinmiştir.
Haluk Şahin, Hıfzı Topuz ve Mehmet Barlas ile birlikte yaşarlar bu dönemi.
(Şahin’le “İsmail Cem ve TRT Yılları”
üzerine yaptığım röportaja yazının sonunda yer vereceğim.)
Söylemeden de geçmek olmaz kısa da sürmüş olsa Paris’e
yerleşmek zorunda kalır bu ara dönemde Cem. İpekçi’nin suikastı ertesi ortaya
çıkartılan kendisine yönelik aslı olan saldırı tehlikesi üzerine Paris’e gider.
Kendisi ise şöyle anlatır o yılları, Giderken,
durum biraz normalleşsin geri döneriz diyordum. Ama hiç değilse bir sene
kalmayı planlıyorduk. Çocuğumuzu okula başlatacaktık. Nitekim öyle de oldu.
Tabii sudan çıkmış balığa dönüyor insan… Çok acele bir kararla, birden memleket
değişiyor, ortam değişiyor, koşullar değişiyor. Fakat kendi deyimiyle bu
“sürgün” yılları kültürel anlamda çok fayda sağlar İsmail Cem’e. Yüksek
lisansını siyaset sosyolojisi dalında yapar, UNESCO’da iş bulur ve bu sayede es
dönemini en iyi şekilde değerlendirmeyi bilir. Gelecek yıllar için farkında olmadan
altyapısını güçlendirir bu olumsuzluklara rağmen. Aktif siyasete göz kırpmaya
başlamıştır artık.
İsmail Cem’i çoğumuz siyasi kimliğiyle tanırız ve öyle de
anımsarız. Türkiye siyasi tarihinde sosyal demokratik fikre onun kadar her mecrada
adanmış başka bir isim yoktur. Hem teorik anlamda uzun yıllar boyunca inşa
ettiği fikirsel alt yapısı hem de siyasi kariyeri boyunca hep bu düşünce
eksenindeki siyasi tavırlarıyla en önemli sosyal demokratımızdır Cem. Ben sosyal demokrasiyi çok ciddi bir
mücadele, hayatımızın belki en önemli olayı, en büyük mücadelesi olarak
görmüşümdür hep der her fırsatta. Solda değişmek ve yenilenmek üzerine
söyledikleri ise çok dikkat çekici çıkarımlardır bu duruşun tasvir bağlamında; Mesele değişmek değil; mesele değişmemek… As
olan yenileşmek yeniyi aramak kendini yenilemek; özünü, temelini, inançlarını
koruyarak bu özü, temeli, ideayı, ideolojiyi, inancı hayata aktaracak, yöntemleri
yenileştirmek; mesele budur. Mesele budur, işte bu iki sözcük Cem’in siyasi hayatında daima belirgin ve baskın
olarak kalmıştır. Ne istediğini bilir, ne olması gerektiğini bilir, ilkeli
fakat muhafazakarlıktan uzak temel prensiplerden ayrılmadan yalnız
“yenileşerek” gelişmeyi ve geliştirmeyi ön görür. Bu hevesle 1987 seçimlerinde
meclise SHP’den girmeyi başarır. İnançla işine sarılır fakat umduğunu pek
bulamaz. Cem bu yıllarda daha iyi şeylerin yapılabileceğini fakat bir türlü
yapılamadığını, fırsatların kaçtığını söyler. O süreci şöyle izah eder, Özellikle Sayın İnönü’nün 1986’da genel
başkan seçilmesinden sonra çok iyi kullanılmalıydı. Bu bir yenilenme süreci
olmalıydı SHP açısından, SHP-SODEP’in birleşmesi açısından… Biz o noktada,
sosyal demokrasinin asıl misyonunun yenilenmek olduğunu ortaya koymalıydık bu
maalesef yapılamadı.
Cem 95’te Kültür Bakanlığı görevine getirilir. Emre
Kongar ile Anadolu için çalışmalar yaparlar, 3-4 aylık kısa bir zaman( 7 Temmuz
1995-6 Ekim 1995) diliminde doğu ilerine beş yüz sanatçıyla organizasyon
düzenlerler “sevgili müsteşar”ıyla. İsmail Cem batı kültürü etkisinde büyüdüğünü
ve eğitildiğini inkar etmez. (Fransız kültürüne kendine her zaman yakın
hissettiği söylemiştir.) Fakat doğuya ve değerlerini de bilir, yaşamına entegre
etmeye çalışır. Geçmiş noktasında ise çok hassastır, Osmanlı kurumlarına ve
toplumuna eğilmemiz gerektiğini, yüzlerce yıldan beri var olan bir devlet
geleneğimizin olduğunu, geçmişi iyi okumak gerektiğine her fırsatta dikkat
çeker. Toplumsal hafızanın önemini daima tüm siyasi görevlerinde vurgulamıştır.
Mesela Kültür Bakanlığı dönemini rastlayan bir olayı da şöyle anlatır, Türkiye ilginç bir memleket… Maalesef toplum
hafızası hep iki hep ikinci plana itilmiş. 1995’te Kültür Bakanıyken Osmanlı
İmparatorluğunun kuruluşunun 700. Yıldönümü de yaklaşmaktaydı. Kimse farkında
değildi Türkiye’de bunun… Emin olun abartmıyorum kimse bunun üzerinde
durmuyordu. Biz Kültür Bakanlığı olarak bunu Türkiye’nin gündemine getirdik ve
herkes sahiplendi. En azından Osmanlı geçmişimize hak ettiği gibi ışık
tutabildik.
Cem dışişleri bakanlığı da yapar. Türkiye-Yunanistan
yakınlaşması onun kişisel ilişkilerinin bir sonucudur. O dönemde limoni olan
ilişkiler kimi ülkelerle rayına oturur. Dış işleri bakanlığı döneminde çok
gezer. Ofisinde oturduğu pek görülmez. Yabancı dillere hakim olduğu için
ziyaret ettiği ülkelerin başkanlarıyla şahsi ilişkiler geliştirir. Fakat Cem’in
dış işleri bakanlığı dönemi (1997-2002) Türkiye’nin ekonomik ve siyasal açıdan
buhran içinde olduğu yıllardır. Bu nedenle dış işlerindeki başarısı dönem
içinde pek fark edilmez.
2002’de Hüsamettin Özkan ile kurduğu Yeni Türkiye Partisi
başarı elde edemez. Yeni bir parti olduğu ve toplumun eski siyasileri
cezalandırarak Ak Parti’ye yönelmesi Cem ve hareketi dışarda bırakır. Eğer ömrü
vefa etseydi gelecek seçimlerde mecliste yer bulabilirdi. Çünkü Türkiye’nin
İsmail Cem gibi aydın bir siyasetçiye her dönem ihtiyacı olacaktır. Belki
yaşasaydı etkin bir muhalefetin inşa sürecinde çok önemli misyonlar
üstlenebilirdi.
2007’nin sıcak bir temmuz sabahı akciğer kanserine yenik düşer.
Cem’in Zincirlikuyu’da sade bir mezarı var. Girişten pek uzak olmayan bir
yerde, çiçekler arasında.
İsmail Cem her anlamda başarılıydı. Ancak bir noktayı
söylemeden geçmek olmaz. Cem Türkiye siyasetinde çok farklı bir kulvardaydı ve
bu nedenle Avrupa’da olsaydı muhtemelen cumhurbaşkanı olurdu. Fakat Türkiye’de
bunu çok istemesine rağmen ömrü vefa etmedi ve bu Cem’in isteyip yapamadığı
nadir şeylerden biri olarak kaldı.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder