Çocuk hasta yatığından annesinin yardımıyla kalktı. Hasta masasının yanında duran dalmaçyalı oyuncağını almak için hamle yaptığı sırada, babası gülen bir yüzle ona doğru uzattı. Birlikte koridora doğru çıktıklarında hastabakıcı mavi gömleği ve küflenmiş hastane yürüteciyle onları karşıladı. Çocuğun sandalyeye oturması gerektiğini söyledi. Yürüyebilecekken böyle bir şeyin yapılıyor olması çocuğu ve ailesini ister istemez üzdü. Hastabakıcı ise hiçbir umursama belirtisi göstermeden kambur sırtıyla, yüzünde bu işi yıllardır yapmış olmanın verdiği bir güvenin soğuk ifadesiyle asansöre doğru sandalyeyi iterek ilerledi. Ailesi de çocuğun yanında yürüyor ve onunla konuşarak dikkatini dağıtmaya çalışıyorlardı… Hastabakıcı asansörün iri kapısını açarak sandalyeyi içeri doğru itti ve önünü kapıya doğru çevirdi. Anne ve babası henüz kapanmakta olan kapıdan ona el sallıyor, korku ve heyecandan ileri gelen tarifi zor karışık duygularını hafifletmek için gülümsemeye çalışıyorlardı. Çocuk vaziyetin farkında bu karışık duygularla tebessüm etmeye çalışırken, asansörün kapısı kapandı ve hastabakıcı alt katlarından birine inmek için çocuğun üzerinden uzattığı iri kolu vasıtasıyla süratle düğmeye basarak hiç ses çıkartmadan eski haline geri döndü. Asansör birkaç inleme ve korkunç mekanik sesiyle aşağı doğru inerken, çocuk paslanmış zemini izliyor, katları bir bir geçtikçe değişen krişlere, kapılara göz gezdiriyordu, her kat geçişlerinde o koridorlardan gelen boğuk insan sesleri içeri doluyor ve bu mütemadiyen devam ediyordu. Bu iniş anı çocuğa çok uzun gelmişti. Sanki yerin dibine iniyorlarmış gibi bir izlenime kapıldı. Cehennemin hep yerin dibinde olduğunu düşünmüştü. Cehenneme mi gidiyorlardı acaba. Çizgi filmlerdeki kasvetli, sıcak ve çirkin zebanilerin olduğu karanlık yerlerin düşünceleri zihnini sardı ki; bu küçük zihin şu anda -korku ve heyecan yüzünden- gerçek ile hayali olanı ayıracak durumda hiç değildi... Nihayet asansör az aydınlanan uzun bir koridora açılarak durdu. Bu upuzun ve az aydınlamış koridorun kenarlarındaki pencerelerden vuran ışık huzmelerine arada bir rast gelerek ilerlemeye yavaşça ilerlemeye koyuldular. Her bir pencereye yaklaştıklarında çocuk dışarı göz atıyor, birisini ya da birilerini görmek istermiş gibi dikkatle izliyordu. Pencereleri geçtiler, daha loş bir ortama girmişlerdi ve pencereler geride kalmıştı artık. Hani bir yerde idam mahkumlarına ölmeden önce son kez şehri izlettikleri izole ve küçük pencerelerle dolu bir köprü vardır ya, işte küçük çocuğun düşüncelerini de bundan farklı göremeyiz. İdam mahkumu ve çocuk her ikisi de bir bilinmeyene gittikleri için korkuyorlar, çocuk için de bilinmeyen bu olsa gerek; uzun koridorun sonu... Sandalyenin gıcırtıları, adamın sessizliği ve etraftaki sükût çocuğu oyuncağına sığınmaya itti, elleri arasındaki yüz bir dalmaçyalı köpeğini incelemeye koyuldu. Gözlerini yoldan ayırmak ve köpeğini aldığı mutlu günü anımsamak onu rahatlatıyordu. Babasıyla birlikte oyuncakçıdan almışlardı onu. Köpeğin gülümseyen yüzü ve vücudundaki benekler çok ilgisini çekmiş, onu tercih etmişti, gördüğü anda bir aşktı onunkisi. Birkaç gündür elinden düşürmediği bu oyuncağı şimdi ona güç vermiş, gerçeklikten uzaklaşmasını sağlayarak yüzünü biraz da olsa güldürebilmişti küçük çocuğun. Sandalyenin tekerlekleri ameliyathane kapısına doğru olan dönemeci gıcırtılar çıkararak aldığında çocuk kısmen de olsa girdiği bu kısa düşler dünyasından uyandı. Dünden kalan buruk ve zor gerçekliği sabah olduğunda bir an unutur ve hiçbir şey yokmuş gibi rahatladığımız tam o anda, hüzün perdesinden sıyrılarak kendisini bize hatırlatır ve yüreğimiz dün olduğundan çok daha yanık sızlar ya, işte çocuk o küçük bedeninde buna benzer bir hassasiyet yaşadı bu adi gıcırtıyla... Hastabakıcı öne doğru eğilerek vakur bir edayla kapıyı itti. İçeriye girdiklerinde uzun bir hastane masasının başında duran uzay gemilerini anımsatan büyük bir ışıldak çocuğun dikkatini çekti. Hastabakıcı elindeki oyuncağı masanın kapı tarafında duran metal masanın üzerine bırakmasını söyleyince çocuk istemeyerekte olsa bu emre itaat etti. Oyuncağından ayrılmak çok zordu onun için, sığınaydı arkadaşıydı, o dakika için çevresindeki tek güzel şey, mağarada tek ışık alan aralıktı. Onun için oyuncağını görebileceği beri tarafta parlak bir yere bıraktı masanın üzerinde. Köpeğin gülen yüzünü de kendi yatacağı tarafa doğru çevirdi. Adam sandalyeden inmesini söyledi. Yatağa çıkmaya çalıştı fakat yüksekti, beceremedi. Hastabakıcının iri elleri yardımına koştu, hastane terliklerini aşağı salarak yavaşça dalmaçyalıyı görebileceği vaziyette uzandı. Şimdi bir yandan oyuncağını gözetliyor ve ondan ayrılmış olmanın verdiği buruk hüznü yaşıyordu. Ona dokunmaya ihtiyacı vardı. Bu hastabakıcı da onun farkında olduğu için bilerek bıraktırdığını düşünmeye başladı."Adi herif!" Şimdi onu oradan almaya kalksa nasıl yeniden çıkacaktı buraya. Vazgeçti. Çocuk zihninde bunları kurgularken adam boş sandalyeyi de alarak odayı terk etti. Bu yalnızlık çocukta garip duygular uyandırıyordu. Adamın gitmesine sevinmişti, ama şimdi ne olacaktı. Ameliyathane masasının üzerinde oturup etrafı inceledi, kendi çevresi büyükçe ışıldağın yardımıyla aydınlanıyordu fakat ameliyathane kapısının küçük aralığından vuran buz mavisi ışığın aydınlattığı kapı girişi hariç her yer kapkaranlıktı. Dışarıda havanın yağmurlu ve kapalı olmasının sebebiydi bu loşluk. İşte o zaman korku kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Halbuki şimdi annesi ve babasını görmek için neler vermezdi. Hayır, ağlamayacaktı, güçlü olmaya çalışmalıydı, gözlerinin buğulandığını hissetti fakat kendini tuttu. Annesi ve babasına güçlü ve büyümüş olduğunu da göstermeliydi aynı zamanda. Sonra aklına asansöre binerken gülümsemeleri geldi ve bir an yeniden huzur buldu. Hem ailesi onu kötü bir şey olsa hiç yalnız bırakır mıydı? Kız gibi ağlamamalıydı yeri değildi şu anda bunun.
Çok geçmeden yüzleri maskeli üç-dört doktor ameliyathane kapısından içeri girdi ve onla yetişkin bir erkek gibi konuşturarak heyecanını yatıştırmaya çalıştılar. Doktorların gözlerinden başka hiçbir yerleri gözükmüyordu. Bu hal çocuğu bir an ürküttü, mamafih çok uzun sürmedi çünkü doktorların ses tonları çok sakin ve babacandı. Adını sordular, anaokuluna gidip gitmediğini sordular, sevdiği çizgi filmleri sordular… Çocuk bunlar iyi adamlar diye düşündü çocukça erken kanısıyla ve konuşmaya başladı çok geçmeden. Çocukların insanları bir bakışta seçtikleri söylenir, kimileri onlar insanları hemen anlıyor derler. Acaba büyüdükçe aptallaşıyor muyuz ne? Kim bilir… Onlar hazırlıklarını çocuğun dikkatini dağıtırken tamamlarken, çocukta artık iyice rahatlamış, kısmen doktorların pohpohlamalarıyla, kısmen de korkuyu unuttuğundan buruk korku gittikçe silinmeye başlamış yerini çocuksu, saf bir cesarete bırakmıştı. Nitekim gülmek ile ağlamak nasıl kardeşse, korku ile cesarette o kadar yakın dostluklardır. Korku bir süre sonra o bedeni ele geçiremediyse yerini yakın dostu cesarete bırakır, bu özellikle küçük bir çocuksa geçişler daha da bir süratli olur… İçlerinden sesinden ve kırışık gözlerinden en yaşlısı olduğunu tahmin ettiği doktor narkozun hazırlanmasını beklerken çocukla bir ideaya girdi. İğneye dayanıp on saniye uyumazsa o kazanacak, yok hayır uyursa doktorlar kazanacaktı. Bu yaşlı doktorun hilesi işe yaramıştı, iğne korkusu olabileceğini tahmin ettiği bir çocuğu yumuşatmak için iyi bir yöntemdi bu. Genç doktor narkoz şırıngasının havasını aldıktan sonra çocuğa doğru dönerek, ondan geriye doğru saymasını söyledi. Yaşlı doktorun göz kırpma işaretini aldıktan sonra şırıngayı enjekte etmeye başladı. Çocuk ondan geri sayarken, birdenbire çok keskin ve ani bir şekilde uyku haline geçmişti. Bu o kadar hızlıydı ki bugün o çocuk ölümün hep öyle birdenbire ve kesintisiz olacağını düşünür. Farkındalık dışı bir geçiş der buna… Aaa! Bu arada o çocuk hiçbir zaman o dalmaçyalı oyuncağını göremedi, o masanın üzerinde unutulmuş ve bir daha babasının aramasına rağmen bulunulamamıştı. Şimdi genç yaşlarındaki o çocuğun içinde bir uhdedir hala bu sevimli, beyaz oyuncak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder