12 Aralık 2010 Pazar

Tipsiz Mimar Medya

Tipsiz Mimar Medya

Medya gerçekliğin aslında kurucusudur. Medya gerçekliği bazen kirli parmaklarıyla, bazen de bayan bir el  mankenin güzel elleriyle inşa eder. İnşa etmekle kalmaz, birkaç katta kaçak çıkar.

Medya bize yalan ya da doğru bir şekilde bir gerçeklik sunar. Bilinmeyeni bilinen, tanınmayanı tanınan kılar. Robert de Niro’yu hangimiz yakından gördük, onu bize medya gösterdi ve onu medya var etti. Medya olmasıydı o da olmazdı. Robert’te diğerleri gibi sadece bir medya gerçekliği.

Körfez Savaşı oldu da, acaba gerçekten oldu mu? Evet, oldu diyeceksiniz. Ama ya olmadıysa, siz onu medyadan takip ettiniz. Ya medya sizi kandırdıysa. Bu konuda dediklerimin üzerine tuz serpip, daha lezzetli hale getirecek Wag The Dog filmi, kesinlikle bu konuda verilebilecek en güzel örnek.

Medya görünmeyeni görünür kılar ya da görünürü görünmeyen.2003 Irak Savaşında ABD’nin hızlı ve etkin atağı medya tarafından bas bas bağırıldı.’ABD Irak’ı çok hızlı bir şekilde ele geçiriyor. Saddam kaybediyor.’tarzı benzeri haberleri hatırlarsanız. Olayın üzerinden neredeyse sekiz yıl geçti ve aslında hiçbir şeyin öyle olmadığı bugün yeni yeni ortaya çıkıyor.

Bir an için hayatınızdan her türlü medya organını atın. Dünya hakkında ne bilginiz kaldı. Piramitlerden bile haberiniz olmayabilir şu an. Tayyip Erdoğan başbakan değil sizin için mesela, belki de Çin diye bir ülkeden haberiniz bile yok. Kısacası medya insan için her şey ve insan Dünya’yı medyayla anlamlandırdı. Zihinlerdeki reel olarak görülmemiş gerçekliğin tipsiz mimarı sadece o.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Bizim İle Vals

Anton Çehov der ki: Konuşmak duyguların çok yoğun olduğu ortamlarda gereksiz bir eylemdir. Çünkü derin sessizlik size her şeyi bağıra bağıra açıklar. Katliam gibi ağır ve insanı en değersiz varlık konumuna düşüren olayları işleyen sanat yapıtları, sadece kolları çapraz bağlı ve bir sanat eseri daha doğrusu kurmaca bir eser olarak, kibirli ve ağdalı bir biçimde incelenirse gereksiz bir eylem oluyor.

Şabra ve Şatilla katliamı 1982 gibi modern denebilecek sözde kardeşlik, barış, eşitlik nidaları atılan bir dönemde meydana gelmesi ne vahim. Özellikle görevi bu tür olayları dizginlemek olan ve sağda solda nutuklar atan Birleşmiş Milletler, ABD ve onun maskaraları tarafından kurulan diğer sözde barış örgütleri, asıl görevlerinin dışında gelişen ya da gelişmekte direten devletlerin başına vurulan bir çekiçten başka ne halta yaradı, Bosna’da ne işe yaradı. Güçlünün özgürlüğü inancını savunmaktan başka hangi amacını gerçekleştirdi.

1980’lerde bu katliamlar meydana gelirken Birleşmiş Milletler ya da diğer sözde barış kuruluşları viskilerini yudumlarken, barışlarını temin ettikleri insanlar duvarların dibinde yaşlanmış köpekler gibi öldürülüyordu. Orada duvarların altında tecavüz edilmiş kadın cesetleri yatarken, Arieller acaba hangi köpeklerini dolaştırmaya çıkarmıştı.’Karıcım biliyor musun? Bugün bizim haylaz nereyi pisletti.’Önemi yok kocacım sileriz, geçer.

Filmler, ne kadar gerçeği işlerse işlesin, izleyenin film bittikten sonra akşam uyku problemi çekmesine sebebiyet vermiyorsa, yeterince iyi değildir. Beşir ile vals filmi de benim için böyle oldu. Çünkü bu film kertenkelenin kuyruğunu bırakıp kaçması ve aslında geriye kendisini bırakmaması gibi, gerçekliği çarpıtıp, yalan gerçekliği bize sunuyor.
Yönetmenin acı çekmesi ve hayallerinde denizden yürüyerek çıkan genç askerleri rüyasında görmesi ve hafızasını derinliklerine bir yolculuğa çıkması filmin üzerinde durduğu sırat köprüsü. Deniz burada bastırılan geçmişini, yürüyerek çıkması da gerçeklik peşinde koşma çabasının aslında sembolik bir ifadesi. Filmin diğer bir ilgi çekici sembolik anlatımı da Beşir’in elinde tüfekle, çatışma ortamının tam ortasına, çok rahat vurulabilecek bir noktada kurşun sesleriyle vals yapması. Vals bildiğiniz üzere, vals yapmasını bilen güzel, ince belli bir kadınla, mükemmel döşenmiş bir salonda yapılır diğer filmlerde. Burada vals, savaşı henüz kavrayamayan genç bir zihnin savaş algısını bize betimliyor. Zihnin körpe olduğu bir yaşta, cepheye, ateş hattına bir bilgisayar oyununundaki gibi sürülen bu gençler, gerçek bir oyunun, farkındalıkları henüz oturmamış, genç İsrailli başrol oyuncuları.

Filmin etkili bir anlatımı var. Fakat sinema öyle bir sanat ki, iyi yapıldığında ve iyi işlenildiğinde ve aslında gerçeklerin makyaj yapılmış hali olduğunda, KGB ajanı güzel bir Rus kadını gibi, sinsi ve acımasız. Oluşturulan geçmişe dönüş ve olayın farkına varma hali, aslında bir tür İsrail özrü gibi dursa da, Hz.Musa’ya verdikleri söz kadar içi boş ve anlamsız.

Soykırımı Hristiyan Falanjistler yaptı,biz hiçbir şeyin farkında değildik.Ülke bunu tam anlamıyla bilse karşı çıkardı.Aldatıldık.Film işte kısaca bunu söylemek istiyor.Gayet açık ve net.Fakat o insan olamayan falanjistleri oraya yönlendiren İsrail savunma bakanı ve katliamda rol oynayan,hem de başrol oynayan katil İsrail askerleri nerde acaba.İsrailli genç askerlerin hiçbir şeyden haberleri yokmuş,katliamdan da çok etkilenmişler.Geçmişin farkında değillermiş,gidip gelen insan yüklü arabaların anlamını geç anlamışlar.Kandırma bizi Folman,etkili işleyip,sömürme bizi.Filmin sonunda acı çeken Arap kadınların gerçek videolarını koyarak,gerçeklerin farkına varmış numarası yapma,sana inanmamızı bekleme Folman.

Samimi özür dilemek, ne kadar da erdemli bir davranış. Asıl incitici olan özür diliyormuş gibi yaparak küfretmek.
Bir adam var ve bir gün bu adam arkadaşının kışkırtmasıyla bir cinayet işler. İkisi de paçayı kurtarır. Yıllar sonra cinayeti işlemeyen, azmettiren adam bir cinayet daha işler. Fakat yakalanmaz. Çevresine şirin gözükmek için ve hakkındaki şüpheleri dizginlemek için yılar önce işlenen cinayetin ‘gerçek’ failini ortaya çıkartır ve olaya şahit olduğunu, kendisinin bunu anlayamadığını ve arkadaşının bir cani olduğunu, artık onunla konuşmadığını ve bu tavrı için özür dilediğini belirtir. İnsanlara yardım eder. ‘Ben iyi bir insanım ve gerçekleri söylemekten çekinmem.’ İmajını mahalleliye kabul ettirmeye çalışır. Bunun için para harcar, insanlara, çocuklara şekerler alır(Film çektirir).Böyle üzeri boyalı, çok güzel görünen şekerler, hepsi bir sanat eseridir bunların. Tadına doyum olmaz.