17 Şubat 2011 Perşembe

Fabrika

O Fabrika(Srebrenitsa)
Sırtımda kalaşnikofu hissedebiliyordum. İçeriye, fabrikanın arkasına doğru suyun istila ettiği kâğıt gibi itiliyorduk. Fabrikanın genişçe avlusunda 50 kişi kadar vardık. Hepsi de civar köylerden toplanan genç ve yaşlı erkeklerdi. Bilmem nasıl tarif edilir, ama korkmuyordum. Yanımdaki çocuk sarışın yüzündeki, iri gözleri, endişe ve sual dolu bakışlarla, sessizce dua ediyor, bir yandan da ilerlemeyi sürdürüyordu. Sonra aramızdan 10-15 kişilik bir grup alındı. Fabrikanın gereksiz malzemelerini koyduğumuz, daracık, izole odasına doğru sürüklendiler. Başındaki eli silahlı askerler, bir yandan küfrediyor, bir yandan da yürüyenleri silahların namlularıyla zorla itekliyorlardı. Gözden kaybolana kadar arkalarından baktım. Birkaç bağrışma, ardından hiç tükenmeyecekmiş gibi tekrar eden, fabrikanın duvarlarında sanki inadına yüreklere korku salmak istercesine yankılanan, silah sesleri kulaklarımıza kadar geldi. İnanır mısınız, korkmuyordum, içimdeki nefret korkumu öylesine solduruyordu ki, arada bir gelen titremeden başkaca bir şey hissetmiyordum. Zaten çoktan ölmüş bir bedenden ayrılan bir ruh gibiydim. Olanlar, gerçek miydi? Yoksa bir rüya mıydı? Bunun bile ayrımında değildim. Aynı katliam birkaç kez daha tekrar etti, parçalanmış bedenler mezbahada yeni kesilmiş hayvanlar gibi taşınarak, yeni gelenler için yer açılıyordu. Niçin tek bir oda, isteseler hepimizi hemen oracıkta öldürebilirlerdi. Bunun sebebi, öldürme yani sinirden ya da nefsi müdafaadan kaynaklanan bir öldürme, yani hesapsızca basit bir can alma değildi. Bu onlar için bir ritüel gibiydi. Orada aslında bir insan yığınının değil, bir kültürü, belki de bir tarihin canına kıyıyorlardı.

10 kişilik bir grupta bu sefer sarışın çocuğu da aldılar. Kimse onlara yalvarmıyor, yakarmıyordu. Askerler bundan hiç memnun değildi. Yalvarmamız için silahlarını başımıza dağıyorlar, tekme atıyorlar, yüzümüze tükürüyorlardı. Ama bu zevki alamadılar hiçbirimizden, sanki ağız birliği etmişçesine. Bizimkisi bir ağız birliği değil, yüksek bir ruh birlikteliydi. Bedenlerimizi sadece izliyorduk, lakin biliyorduk ki, ruhlarımızı öldüremezlerdi.  Bedenlerimiz varsın gitsin. Maddesel geriye kalan bu bedenler yalvarmak için değersizdi. Ruhlarımızı aşağılatmazdık bu şeytanlara.

Geriye son kalan grup bizdik, yani en yaşlılar. O namluyu tekrar sırtımda bu sefer daha sertçe hissettim. Odaya doğru ilerlerken, içimde hiçbir umut taşımıyordum, daha doğrusu hiçbir duygu kırıntısından bir zerre bile kalmamış, titremeler de geçmişti artık. Film izliyordum sanki oradaki ben değil benim gözlerimden oluşan birinci şahıs bir kameraydı, görüyordum ama hiçbir şeycik hissetmiyordum.

O Oda(Duvarlardaki Gerçek Kandır.Yaşanan Dehşeti Düşünebiliyor Musunuz?)
Son dar dönemeci de döndük. Her taraf kan içindeydi. O kadar dardı ki 15 kişi ayakta zor sığdık son odamıza. Kimisi dua ediyor, kimisi ise başını aşağı eğmiş, sonucuna ve ölüme kendini hazırlamış bekliyordu. Üç asker odanın kapısında bir süre bir şeyler konuştular. İkisi biraz geri çekildi. Asker silahının şarjörünü önce kontrol etti, yavaşça diğer dolusuyla değiştirdi, şarjör yerine oturdu.’Çııkkkk!’Mermiyi namluya sürdü,’Çıkkk!’ ardından bundan daha tiz bir ‘Çıkkkk! ‘daha. Zaman yavaşlamış gibiydi. Gözlerimi kapattım. İlk atış sesi ve ardından önümde yığılan grubun bağrışlarını, onların vücutlarını delerek bana saplanan mermilerin çarpışını duyumsadım ilk etapta, ancak hiç acı hissetmedim. Ağzıma kan doldu, nefes alamadım ve gözlerim karardı. Bedenimin yere çarpışını ve parçalan vücudumun sesini daha arkada olanlar duymuş olmalı. Devamı mı? Sadece bir karanlık, narkoz almışçasına birden bire apansızsa gelen, dupduru bir karanlık.
                                                                                                                            Fotoğraflar bana aittir.

                                                                                                                             
.