19 Kasım 2012 Pazartesi

Gazze'ye Saldırmak Sadece Gazze'ye Saldırmak Değildir.


Obama’nın seçildiği ve yeni bir seçim öncesi bu Gazze saldırısı da nereden çıktı diye sormak için ya kör olmak lazım ya da ileri düzeyde aptal. Bunun sebebini görmek için öyle yıllarca uluslararası ilişkiler okumaya falan da gerek yok. Eğer sizde az çok siyaset ile ilgili ve bu dünyada” yaşayan” biriyseniz herkes gibi bu ayrımın fakına varacaksınız.

İsral’in bu saldırıyı gerçekleştirmek için iki önemli nedeni var:

1-Obama seçildikten sonra kaybeden İsrail, Obama’nın tavrını ve seçim sonrası İsrail’e karşı olan tutumunu anlamak için bir siyasi deney yapıyor. Romney’i kanının son damlasına kadar destekleyen Netanyahu, Obama’nın ABD içerisinde kimin güçlü olduğunu anlaması için kendisine göre güzel bir jest yaptı. Obama seçim ertesi gerek şartlar, gerekse gelecek 4 yılda İsrail ile olan ilişkilerini zedelememek için işi “İsrail’in savunma hakkına” dayandırarak reyini İsrail’den yana kullanmak zorunda kaldı. Obama’ya bir tür tarafını seç, rengini belli et çağrısı da diyebiliriz bu girişimin ardındaki temel ulular arası hesap için.

2-Netanyahu gelecek Şubat seçimleri için zaten sağ oyların ağırlıkta olduğu İsrail halkını kendi partisi olan Likud’a iyice perçinlemenin peşinde. Bu nedenle operasyonun genel adı Tevrat’ta geçen Bulut Sütunu.

Çatışmalarsa durulacak gibi gözükmüyor. Binlerce Filistinli evlerini terk ediyor, bombalamalar her yeri yerle bir ediyor. Orantısız bir güç ile karşı karşıyayız. Hamas’ın İran’dan aldığı karadan karaya füzeler İsrail’in ABD ile birlikte tasarladığı bir füze savunma sistemi olan Demir Kubbe ile saniyeler içinde havada yok ediliyor. Bunun karşılığında ise misliyle gelişmiş çapta füzelerle Gazze’nin önemli binaları bir bir yok ediliyor. Yıllardır alışık olduğumuz bu trajedi yeniden tüm dünyanın gözleri önünde sahneye konuyor, bizler koltuklarımızda yaşananları bir film karesiymiş gibi yine izliyoruz.

İran, Mısır ve Türkiye haricinde tepki gösteren başka bir devletin olmaması da durumu daha ilgi çekici hale getiriyor. Erdoğan’ın Mısır’da Arap liderlerine söyledikleri ise bu nedenle çok daha fazla önem kazanıyor. Nitekim Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE gibi ABD’nin bölgedeki şubesi olan Arap Devletleri ise yine her zaman olduğu gibi üç maymunu oynamayı sürdürüyorlar. 

Birleşmiş Milletler ’den bahsetmeye gerek yok sanırım. Ne yediği belirsiz bir kurum olan BM yine en iyi yaptığı şeyi yapıyor; bekliyor. Bekleyen Milletlerden medet umulamayacağına göre tüm bunların anlamı bir önceki saldırıda neler yaşandıysa yine aynısıyla belki de daha beteriyle karşı karşıya kalabiliriz demektir.


18 Kasım 2012 Pazar

Aitleştirilen Alanlar ve Alan Dışı Kalanlar


Acılara sessiz kalmak ya da kalmamak kişisel bakış acılarının eseri (esiri) olmamalı.

Birkaç gündür facebook üzerinden Gazze’de başlayan saldırıları kınayan ve İsrail’e lanet okuyan paylaşımlara rastlıyorum. Facebook’taki arkadaş listemde muhtelif birçok siyasi duruşa sahip ve zaman zaman -özellikle keskin konularda- zıt kutuplarda duran insanlar var (Sadece kedi ve köpek fotoğrafı paylaşanları saymıyorum.) ve bu kişilerin yaptıkları paylaşımlar ister istemez öyle ya da böyle onların duyarlı oldukları (olmak zorunda oldukları demeliyim belki de) şeyleri gün yüzüne çıkarıyor.

Kimisi İsrail’e lanet okurken ve Gazze’ye yardım çağrılarında bulunurken kimisi Amerika’daki Sandy kasırgasının bilançolarıyla ilgileniyor. Hayır, bunun tabi olduğunu reddetmiyorum, insani bir durumun sosyal medya üzerindeki tezahürü olarak tanımlayabilirsiniz tüm bunları Takıldığım ve beni bu yazıyı yazmaya iten nokta herkesin kendisi ile ilintili noktalara değinip, kendisine ait olmadığını düşündüğü şeylere “tamamıyla(!)” kayıtsız kalması. Atatürkçü arkadaşlarım 10 Kasım-29 Ekim gibi günlerde coşarken ve bunu kendilerine aitleştirirken, İslami perspektiften bakanlar Gazze- Filistin sorununda, Neo-liberaller olanlar ya da olmaya çalışanlar ABD’de yaşıyormuşçasına oraya odaklı “share”lerde ya da milliyetçi olarak kendini konumlandıranlarsa PKK-BDP ile ilgili paylaşımlarda ön plana çıkıyorlar. Sanki herkes bir köşeyi kapmış ve görev dağılımı yapılmış gibi. Fakat tüm bunlar olurken ve kişiler kendi köşelerini savunurken ve ön plana çıkartırken, kendilerine ait olmadığı düşündükleri köşede kayıtsız kalınmaması gereken durumlara karşı sessiz kalabiliyorlar. Bu da çok büyük bir zafiyet doğuruyor. Farkında olsak ya da olmasak bu vaziyet zihinleri köreltiyor, vicdanlara ağır hasarlar veriyor. Bilhassa bu yeni sosyal medya düzeninde çok daha bariz olarak su yüzüne çıkıyor, özellikle toplumun her kademesinin politize olduğu günümüz Türkiye’sinde.

Bu tür paylaşımlardan (video, yazı, fotoğraf vb.) ben kendi adıma uzak durmayı tercih ediyorum. Özellikle “taraf”ların sıklıkla üzerinde durduğu “özel” konularda. Facebook profilimde bu tarz paylaşımlar yaparak kendimi tatmin etme gibi bir niyetim yok, ben bu konuda elimden geldiğince bloğumu kullanıyorum. İşin özü; -ki üç paragraftır ifade etmek istediğim nazar ise- kendi alanlarımızda aitleştirdiğimiz mevzuların dışında kalan ve sessiz kalınmaması gereken konularda, bu bana ait değil düşüncesiyle sükut olmak ve görmezden gelmek. Çünkü özellikle büyük acıların, terörün, kanın ve gözyaşının karşısında durmak bir “alanlar” işi değil, yaşananlar hangi coğrafyada olursa olsun insanlık görevidir.


16 Kasım 2012 Cuma

Pera ve Yeni Müzecilik

Beyoğlu Pera Müzesi yeni sanal müze uygulaması ile sanatseverlerin karşısında. Dijital müze uygulamalarında son nokta olarak görülen 3 Boyutlu müze binası turlarında Türkiye’de öncü olan kurumun, dünyada emsali yok.

Birkaç sene önce Çarlık Rusya Ressamları Sergisinde Pera
Pera Müzesi,  3 boyutlu uygulamalarına,  Uluslararası Müzeler Günü'nün 2012 teması "Değişen Dünyamızda Müzeler: Yeni Teknolojiler, Yeni Fikirler" kapsamında yeni teknolojilere odaklanarak, gerçek zamanlı ve 3 Boyutlu farklı bir müze deneyimi ile başladı. Müzenin Film, Video ve İletişim 
Programları Yöneticisi
Fatma Çolakoğlu,  Google’ın geliştirilmiş sanat projesi Google Art Protect’te bu tema ile geçtiğimiz nisan ayından beri yer aldıklarını belirterek daha yeni ve gelişmiş 3 boyutlu projeleri hakkında, “Yine bir fark yaratarak, ‘yaşam simülasyonu’ olarak adlandıran digitalprojex şirketinin, internet dünyasında -özellikle sosyal platformlarda- yeni bir dönemi başlatmak için devreye soktuğu www.duniaa.com internet sitesi ile gerçekleştirdiğimiz projeyle, şimdiye kadar internetteki mecralarda sunulan hizmetlerin ötesine geçerek, gerçeğe çok yakın bir deneyim yaşatmayı hedefliyoruz” diyen Çolakoğlu, ziyaretçilerin bu platformdan nasıl faydalanabileceği sorusunu ise, “Bu yeni platformda ziyaretçiler, metin okumanın, 360 derece tur (virtual tour) yapmanın ya da video seyretmenin ötesinde, ölçeklere uygun olarak "3 Boyutlu" hazırlanmış müze binasının bütün katlarında oradaymışçasına gezebiliyor, merak ettikleri sergileri, çeşitli eserleri ayrıntılı inceleyebiliyor, bilgilendirici metinleri ve konuları çok yakından hem görsel hem de işitsel inceleme ve deneyimle fırsatı bulabiliyorlar” diyerek yanıtlıyor.

Ayrıca gerçekleştirilen sanal projenin dünyada tam anlamıyla bir benzeri olmadığını ve bu alanda uluslar arası bir öncü olduklarını,  “Bu projenin aslında yurt dışında birebir örneği bulunmuyor; şu anda beta aşamasında olan internet sitesi aslında eş zamanlı gezi imkanı ile çok farklı bir özellik sunuyor. Beta aşaması ardından sitede ziyaretçiler avatarları ile New York, Londra, Paris veya Berlin'deki arkadaşları ile sergileri aynı zamanda birlikte gezme fırsatı bulacaklar” sözleriyle dile getiriyor.

Projenin Türkiye’de müzeciliğe ve sanata çok büyük katkıları olacağını da vurgulayan iletişim programları yöneticisi sözlerini “Özellikle farklı yaş grupları için, İstanbul dışında, uzak yerlerde okuyan, yaşayan çocuklar ve öğrenciler için faydalı ve öğretici bir araç olabileceği gibi daha büyükler için, evden çıkamayan bir grup insan için de yeni sergileri, koleksiyon seçkilerini gezme fırsatı sunmuş oluyoruz” diyerek sürdürüyor. “Yalnız müze gezme keyfinin başka olduğunu” ve bunu dijital deneyim ile kıyaslamanın doğru olmayacağına da sözlerine ekleyerek, kendilerine bu projede ilham veren amaçlarını,  Burada altını çizmek istediğimiz ulusal ve uluslararası bir çerçevede çok farklı kitlelere çok hızlı bir şekilde ulaşabilmenin ve sunduğumuz kültür-sanat hizmetinin yaygınlaştırılarak tanıtılması” şeklinde özetliyor.

Birkaç hafta önce benzer bir proje Pera Müzesi ile ortak faaliyet gösteren İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün sergi katını içinde uygulamaya konuldu. Böylelikle Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın bünyesinde sanat, kültür, eğitim ve sağlık alanlarında araştırmalarını sürdüren enstitü Pera Müzesi'yle başlattığı geniş kapsamlı bir kültür-sanat projesinin ikinci önemli adımı olan sanal müze projesini hayata geçirmiş oldu.

http://duniaa.com/peramuzesi adresinden ulaşabilirsiniz.

13 Kasım 2012 Salı

Company Of Heroes'u Beklerken


Savaş Tarihi, toplumsal tarih ya da iktisat tarihine göre gelişen olayları ve olguları daha farklı inceler. Müsabaka havası içerisinde savaşı sanki bir derbi maçı gibi anlatmayı yeğler. O yüzden de çok okunur, ilgi görür. Tarihin sanırım içerisine biraz daha heyecan ve macera ekilmiş anlatısı gibidir savaş tarihi. Evet, ben de okumaktan keyif alırım onu. Her ne kadar savaşlara lanet de etsem de geliştirilen stratejilere ilgi duyarım. Napolyon’un Austerlitz Savaşındaki taktikleri ya da İskender’in Dareios’u alt ettiği karşılaşmadaki zeka ve dikkat ürünü saldırılarını evet, savaşa lanette etsem de keyifle okur, incelerim. Sanırım zihnindeki bu çelişkiyi hiçbir zaman aşamayacağım. Özellikle Company Of Heroes 2 gibi bir oyunu şimdilerde beklerken.

Company Of Heroes  kendisiyle tanıştığım 2007’den bu yana oynamaktan keyif aldığım en iyi oyun serisi. Serinin devamı niteliğindeki COH: Opposing Fronts ve Tales Of Valor ise oyunu daha da geliştirerek çeşnilendirmişti.

Şimdi Company Of Heroes: 2’nin çıkmasını dört gözle bekler olduk. Önümüzdeki 7 Mayıs’ta raflarda yerini alacak oyun diğer 3 seriden farklı olarak bu sefer Sovyet Rusya tarafından işlenecek. Hitler’in Stalingrad bozgunu ve ardından Sovyet Tanklarının ıslak Berlin sokaklarını inlettiği güne kadar  geçecek savaş sürecini gözler önüne serecek oyunun yapımcısıysa başarılı işlere imza atan Relic.

Karlı ve soğuk Rusya coğrafyasında senaryo bölümünde Sovyet Rusya ordularını komuta edeceğiz. Oyunun genel çaplı içeriği belli olmasına rağmen, bölüm bölüm gelişimi hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Tahminim Stalingrad ile başlayacağı Kursk ile devam edeceği, ardında Polon topraklarında bir iki dönüm noktası çarpışması ertesinde Berlin’de nihayete ereceği yönünde. Ben bilhassa Stalingrad’ı ve Berlin’i çok merak ediyorum. COH bilindiği üzere size bir tümenin kontrolünü vermez. Bir ya da iki bölüğün kontrolünden de öteye gitmediğiniz için aşırı geniş araziler yerine kontrolünü çok daha makul yapacağınız küçük bölgeleri ele geçirmeniz ya da savunmanız istenir. Bu da size elinizdeki her askerin hesabını tutmanızı ve bu sayede konuya dahil olarak hikayeyi daha iyi içselleştirmenizi sağlar. COH:2 de bundan farlı bir  yol tercih etmeyecektir diye farz ediyorum.

Oyunun grafikleri yayınlanan ilk görsellerin verdiği intibah ile gayet iyi gözüküyor. Özellikle karlı topraklarda yapacağımız çatışmalarda karın beyazı ile patlama efektleri göze güzel görünen kontraslar oluşmasında tasarımcılara çok faydalı olmuş olmalı. Ayrıca oyunun belli anlarında artan kar fırtınaları ya da lapa lapa yayan kar efektleri başarılı yapılabilirse görsel olarak bir gösteri ile keyifli anlar geçirebileceğimizi söyleyebilirim. Oyun Essence 3.0 ile geliştiriliyor. Motor hakkında fazla bir malumatım olmamasına rağmen az önce bahsettiğim görsel baharatların oyuna yedirilmesi için uygun bir grafik motoru olduğunu öğrendim. Umarım bu konuda Relic beklentilerimizi boşa çıkarmaz. Diğer serileriyle yılın en iyi oyunu gibi birçok ödüle kavuşan ve ayakta alkışlanmayı hak eden şirkete diğer herkes gibi benim de güvenim tam açıkçası.

Oyunun 7 Mayıs'ta çıkmasına ise açıkçası içerledim. Oyun ile bağdaşlık kurabileceğimiz soğuk ve karlı günler yerine baharın ortasında çıkacak olması iyi olmadı. Umarım biraz daha erken bir tarihe çekilir de biz COH fanatiklerine iyi bir haber olur bu. Yıllar sonra Company Of Heroes 2 hem biraz nostalji olacak hem de susuz kalan dudaklarımıza bir testi su gibi gelecek. Sabırsızlıkla bekliyoruz.






11 Kasım 2012 Pazar

"Kime Niyet Kimlere Kısmet"


Sakıp Sabancı’da ünlü ressam Monet’in sergisi açılalı epey oldu. Bu hafta sonu en gidilmeyecek soğuk ve yağmurlu bir günde gitmeye karar verdim. Fransız bir izlenimci olduğu ve kendi emeğiyle oluşturduğu bir bahçenin resimlerini yapması dışında fazlaca bir şey bilmem. Serginin girişinde duvarlara kronolojik olarak Monet’in yaşamı ve sanatından küçük paragraflar resimler eşliğinde iliştirilmiş. Bildiğimiz ve her yerde az ya da çok bulabileceğiniz türden ansiklopedik bilgiler tüm bunlar.

Ardından sergiye giriş yapıyorsunuz. Hemen sağda o ve çevresinin kendi tuvaline yansımış portre resimleri var. Fakat öyle göz dolduracak cinsten değiller. Bir duvar ardındaysa Monet’in doğa tasvirleri başlıyor, nilüferler, sümbüller ve diğer göze hoş görünen çiçeklerin yansımaları tüm salonu kaplamış vaziyette. Boy boy ve farklı ışık durumlarına göre şekillenmiş doğa tasvirleri size ilk etapta özellikle realist resme alışkın biriyseniz beceriksizce gözükecektir. Zaten öğrendiğim kadarıyla ressam ağır kataraktan muzdaripmiş ve iyileşmesi ertesi birçok resmini özenle inşa ettiği evinin salonunda kendi elleriyle yakmış. Belki ben resimden anlamıyor olabilirim ama rol yapmaya da gerek yok. Haddime değil ama en azından sergiye getirtilen resimler beni büyülemedi. Duygudan yoksun gelişigüzel resmedilmişler gibiydi. Zaten sadece Gallery 1’e yayılmıştı hepsi ve resimler daha önce (neredeyse bir sene evvel) yapılan Rembrandt ve Hollandalılar sergisini düşünecek olursak çok sığ ve kapsayıcı nitelikte değildi.

R: Halil Paşa
Serginin bu kadar kıt olmasının üzüntüsü içinde diğer galerilerde ne var yok dolaşırken Bir Ülke Değişirken- Tanzimat’tan Cumhuriyete Türk Resmi sergisine rastladım. İyi ki de rastlamışım. Meğer ne büyük ressamlarımız varmış bizim. Halil Paşa mesela enfes tablolara imza atmış, hatta Fransa’dan ödül bile almış. Sonra 1914’lüler diye bir ressam grubu olduğunu öğrendim. Bu grubun İstanbul tasvirleri etkileyiciydi. Fikret Mualla’dan da birçok resim var mesela. Ayrıca Cumhuriyet döneminde yurtdışına eğitim için gönderilen ressamların da çok bol olmamakla birlikte tabloları da mevcut sergide. Girişte sizi Osman Hamdi Bey’in bir caminin girişini tüm hatlarıyla tasvir ettiği çok güzel bir tablo karşılıyor. Takibinde kronolojik olarak sergi salonu boyunca iliştirilmiş tablolar ve bilgilendirme panolarıyla çok şık bir galeriye imza atmış SSM. Unutmadan söylemeliyim nü resim çalışmaları da var. Osmanlı döneminde nü resim çalışmaları başlı başına bir araştırma konusu olabilecek düzeyde ilginç geldi bana. Aklımda kalan diğer ressamlar Hoca Ali Rıza, Ahmet Ziya Akbulut. Bu iki ressam İstanbul’daki ve Anadolu’daki yaşamı çok başarılı şekilde resmetmişler.

Modernleşme denilen vaka kimilerinin ısrar ettiği gibi Mustafa Kemal ile başlamıyor. Bilhassa Abdülmecit döneminden itibaren resim sanatında büyük bir atılım olduğunu da belirtmeliyim. Daha fazlasını merak ediyorsanız size” kime niyet kime kısmet” diyerek Monet’den ziyade bu sergiyi öneririm.















Fotoğraflar Monet portresi hariç bana aittir.



Bir büyük ressam Halil Paşa için :http://www.restoraturk.com/restorasyon-sanat/resim-ve-heykel-restorasyonu/379-ressam-halil-pasa.html

2 Kasım 2012 Cuma

Kağıthane Deresi Depo Savaşları



İstanbul - Kâğıthane Cendere Caddesi ile Anadolu Caddesi arasında bulanan ve Kâğıthane Deresi ile paralel olarak konumlanmış depoların kaldırılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin imar planını onaması bekleniyor. Fakat plan dahilinde kalan depolar Kağıthane Belediyesi tarafından zorunlu olarak “tehcir” ettirilmek istendiklerini dile getiriyorlar.

Kâğıthane Belediyesi yerel seçimlere bir yıl kala birçok projenin altından kalkmış olmasına rağmen zor bir sınav ile karşı karşıya. Kâğıthane Deresi’nin ıslahı ve çevre düzenlemesi ile gündeme gelen belediye son iki dönemdir vaat etmiş olmasına rağmen derenin kenarındaki depoları kaldırabilmiş değil. Kâğıthane Belediyesi sorumuz üzerine yaptığı yazılı açıklamada, “Cendere bölgesine ait 1/1000 ölçekli uygulama imar planları İ.B.B başkanlığına onamak üzere gönderilmiş olup, onama önlemleri devam etmektedir. Onanan planlar yürürlüğe girdiğinde dere kenarlarındaki yeşil alana alınmış yerlerin plan gereği terkleri yapılacaktır ve derenin her iki tarafı kesintisiz halkın hizmetine sunulacaktır” dedi. Bahsi geçen imar planının hangi şirketlerin depolarını kapsayıp kapsamadığı sorularını ise sorumlu olduğu üzere İ.B.B Şehir Planlama Müdürlüğü, “Planda donatı alanlarında kalan tüm depolar için uygulama yapılacaktır” diyerek yanıtladı.

Kâğıthane Belediyesi deresinin ıslahı ve dere çevresinin düzenlemesi çalışmalarının yanı sıra geçmişte özellikle yoğun fabrika yerleşkelerinin olduğu bölgeyi daha yaşanabilir kılmak için çalışmalarını sürdürüyor. Fakat bazı muhtelif şirketlerin görüntü ve çevre kirliliği yaratan depolarının taşınmasında hiçbir ilerleme kaydedilmiş değil.  Çevre sakinleriyse bu durumdan son derece rahatsız. Hanife Taşdelen Başak Konutlarında 10 senedir ikametgah eden bir öğretmen ve kendisi belediyenin söz vermesine rağmen bir ilerleme kaydetmemesinden şikayetçi, Taşdelen, “Defalarca mail attım belediyeye ama her seferinde kaldırılacak deniyor, yıllardır bu durum böyle” diyor ve “Geçen aylarda da Kağıthane Belediyesi’nin web sitesinde bu soruyu bir kez daha yeniledim fakat yanıt yine aynı; kaldırılacak diyorlar, başka bir şey demiyorlar” diyerek sitemini dile getiriyor.
Bahsi geçen depoların tahliyelerinin ne zaman başlayacağı hala muğlak. Kağıthane Belediyesi ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de net bir tarih verememiş olması ise zihinleri daha da bulandırıyor.  Depolar ise taşınmaya hiç sıcak bakmıyor. Eyüp Cehavir, Cevahirler şirketinin bölgedeki deposundan sorumlu isim ve kendisi projenin çevre için güzel bir adım olduğunu dile getirirken, kendilerine alternatif bir yerleşke sunulmamasından şikayetçi. Cevahir, “Proje güzel bir proje fakat buradaki depolara alternatif bir mevki sunmayarak bizi çok mağdur ettiler.” Bu durumun fiili olarak ne zamandan beri sürdüğü sorusuna ise “Fiili olarak 2-3 senedir sürüyor. Belediye geldi, kapımızı mühürledi. Ne yapacaksın, biz yine de girdik tabi. Burada ve diğer depolarda yüzlerce insan ekmek yiyor. Ama kimse bunu düşünmüyor, en sonunda davacı olduk ve mahkememiz hala sürüyor.” Belediyenin bize net bir tarih verememesine de açılan davalara bağlayan Cevahir “Fakat buradan çıkartılacağız, o Allah’ın emri, şimdi başka bir mevki arıyoruz” diyerek üzüntüsünü ifade ediyor. Diğer depolarında şikayetleri  bundan farksız. Kiracı olanlar hariç hiç kimse geleceğini kestiremiyor. Mahkemeler ne zaman noktalanır bilinmez ama depolar er ya da geç zorunlu olarak tehcir ettirileceklerinin altını çiziyorlar. Metal pazarlayıcısı bir şirketin depo yetkilisi ise dikkatleri Türkiye’de adından sıkça söz ettiren bir noktaya çekerek “Buradan bir rant kokusu geliyor umarım haklı çıkmam, umarım sadece çevrenin güzel görünmesi için bizi bu kadar sıkıştırıyorlardır. Yabancı firmalar çevreyi bir bir istila ederken” diyerek konuşmasını isminin yazılmamasını isteyerek noktalıyor.

Şimdi Kağıthane Belediyesi’nin ne yapacağı merak konusu. Bir tarafta kötü görünüme ve çevre kirliliğine karşı sesini yükseltenler diğer tarafta taşınma alternatifleri sunulmadan kapı dışarı edilmek istenen depolar ve en köşede Kağıthane Belediyesi duruyor. Zira en yakın kestirimle mahkemelerin sonucunu bekleyeceğiz gibi görünüyor.

Abidin Önder Öndeş