7 Ağustos 2013 Çarşamba

THE LAST OF US

Sevgi, insanı sevilenden gayri herkesi mahvetmeye gebe olabilir mi? Ya da sevgi için bir cana kıymak insanı kötü yapar mı? Sevginin yaratmakla mükellef olduğu kötülük acaba hakiki kötülük müdür? İyi ve kötü arasındaki farkın ayırt edilemez olduğu durumlar mümkün müdür?

Video oyunlarında aslında pek önemsenmez hikâye. Genelde belli yaş gruplarına hitap ettiği düşünülen oyunlarda oynanabilirlik ve grafik kalitesi başat unsurlardır. Ancak nitelikli oyunlarda –ki bunlar artık sanat mertebesindedir- tüm oyun boyunca sorgulanan bir ana fikir etrafında gelişen hikâye örgüsü hemen göze çarpar. Bu oyunlar insana özgü olanı elinden geldiğince sorgulamanın peşindedir. Kimileri siyasi eleştiriler getirir bıyık altından sisteme ( Metal Gear Solid 4), bazıları bize karanlıkta kalan hisselerimizi vahşice hatırlatır (Heavy Rain), ya da giriş paragrafında sorgulananları yürekten hissetmemizi sağlayan The Last of Us gibi şaheserler vardır ki  bunlar unutulmazlar arasında yerini alır.

The Last of Us, tüm bu derin suallerin minvalinde hayata tutunmaya çalışan Ellie ve Joel’in sıradışı yolculuk öyküsü. Nitekim bu öykü daha doğrusu bunun işlenişi ile oyun sanatında bir devrim yapıyor The Last of Us.

Öyle pek farklı gözükmeyen sıradan denebilecek konseptiyle bir kıyamet sonrası Amerika’sındayız. Her yer salgın sonrası yerle bir olmuş. Etrafta virüs gibi insandan insana kan yoluyla bulaşan bir mantar türünün, beyinlerinde üremesi sonrası beden kontrollerini kaybederek gün geçtikçe saldırganlaşan insanlar cirit atıyor. Aynı zamanda birkaç kişiden mürekkep çeteciler acımasızca insan avındalar. Diğer yandan ordu karantina bölgelerinde ateş böcekleri adı verilen ve amaçlarının dünyayı bu illetten kurtarmak olduğunu söyleyen silahlı bir grup ile çatışma halinde. Tek kelimeyle insanlığın unutulduğu bir dünya burası. Bu hengâmenin içerisinde 50’li yaşlarındaki Joel ile 14 yaşındaki Ellie’nin öldürerek hayatta kalma mücadelesindeyiz.

Az öncede belirttiğim gibi sıradışı bir senaryo yok oyunda bu anlamda. Ama hikâyenin işlenişine ve karakterlerin yaratımına gelindiğinde işler değişiyor. Nedir peki bu kalitenin nedeni? Ellie ve Joel’in arasında geçen diyalogların sahiciliği, alışılageldik Amerikan kendini beğenmişliğinden uzak doğal jest ve mimikler, oyun boyunca dozu düşmeyen yalnızlık hissinin ve zaman zaman korkunun bu manada akışa dâhil edilmesi, abartıya kaçılmadan verilen aksiyon dozu, iki ana karakterin geçmişinin ve mizaçlarının ustaca kurgulanışı, doğal insan davranışları ile oyuncunun rahatça empati kurulabilmesine imkan sağlaması ve en mühimi tüm bunların göze sokulmadan dozaj dozaj hikayeye harmanlanması. Liste uzayıp gider. Zaten usta hikaye yazarlarına dönüp şöyle baktığımızda onları konularından ziyade bunu nasıl anlattıkları klasik yapar. Nitekim The Last of Us bunu oyun sanatında bir kez daha doğruluyor.

Hikâyeden bahsederek oynamak isteyen dostların keyfini kaçırmak niyetinde değilim ama oyunda zaman zaman karşılaştığımız acı anlardan birinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Bunun gibi onlarca olduğu için aflarına sığınıyorum. Oyunun kanalizasyonda ilerlediğimiz bir bölümü var. Burada karanlık odalardan birine girdiğimizde fenerimizin ışığı zemine yazılmış They didn’t Suffer yazısına denk geliyor. Bu yazının bir-iki metre ilerisinde cesedi çürümüş bir adamın hemen yanı başına bıraktığı bir nota denk geliyoruz. Notta etraflarının enfeksiyonlular tarafından sarıldığını dile getiren ve bu nedenle dönüşmektense kendinin ve çocuklarının canına kıyan bir babanın son cümlelerini okuyoruz. Hemen yanı başında üzeri gri bir bezle örtülmüş ve sadece bilek kemiklerinin belli belirsiz göründüğü minicik spor ayakkabılarıyla küçük çocukları görüyoruz. İç burkan bir sahne.

Oyunda girdiğimiz kimi terkedilmiş evlerde bazı günlük parçaları buluyoruz. Bu kağıt parçalarında salgın sonrası insanların başlarından geçenlere şahit oluyoruz. Çocuklarını erzak için evde yalnız bırakmak zorunda kalan bir annenin geride kalan yavrularına ikazlarına, ya da birileriyle birlikte yola çıkma kararı aşamasında olan ev ahalisinin çaresizliklerle dolu cümlelerine rastlayabiliyoruz. Böylelikle oyun bizlere diğer insanların başlarından geçenleri yeniden yaşama fırsatı sunuyor. Bazen bu insanların cesetleriyle karşılaşabilmemiz de hikâyeyi çok farklı boyutlara taşıyor.

Oyundaki kimi süprizler işleyişteki vurucu noktaları oluşturuyor. Yolda karşılaştığımız bizim gibi hayatta kalmaya çalışan insanlarla yaşadıklarımız, ani saldırılar, kapana kısıldığınızda çıkış yolları aramak, girdiğimiz oteller ve hastanelerde karşılaştıklarımızla tempo yukarılara taşınabiliyor.

Hikâye üzerine daha fazla bir şeyler söyleme niyetinde değilim. İşin tadını kaçırmamak için olabildiğince homurdanarak yazmaya çalıştım. Oyunun grafikleri de ayrı bir unsur bu kalitede. Öncelikle karakter tasarımlarımdan bahsetmeliyim. Joel ve Ellie’nin yüz modellemeleri çok başarılı: yüzdeki kırışıklar, saçlardaki sahicilik, karakterler konuşurken ya da olaylara tepki gösterirken yüzün aldığı biçimlerdeki inandırıcılık, aşınmış elbiseler, yürüme ve koşma modellemelerindeki gerçeğe sadakat ve daha niceleriyle nitelikli bir karakter modellemesine sahip The Last Of Us.

Çevre modellemeleri de ondan aşağı kalır nitelikte değil. Mesela yıkılmış bir ev veya yıllarca kullanılmamış bir oda tam olması gerektiği gibi gözüküyor veya terkedilmiş sokaklarda çürümüş bisikletler, arabalar, ot bürümüş ev cepheleri gerçekte olsa bundan farklı olmazdı dedirtiyor. Detaylardaki dikkat ve özen çevre modellemelerini şu ana gördüğüm en iyisi yapmayı başarıyor. Diğer yandan ışığın kullanımı da bu çevre dizaynlarını bir üst perdeye taşıyor. Alan aydınlatmaları, camlardan süzülen ışık huzmeleri, suyun üzerindeki yansımalar, gölgelendirmelerdeki hassaslık ve eklenebilecek pek çok detaylı çalışma ile realist yağlı boya tablolardakini aratmayacak görsellikte bir iş çıkmış ortaya.

Sesler ve bilhassa seslendirme çok profesyonel. Konuşmalar yüzeysel değil, vurgu ve seslerdeki tokluk ya da tizlik çok iyi dengelenmiş. Mesela Joel heyecanlandığı ve panik yaptığı bir durumda sesindeki telaşı ve paniği hemen hissediyorsunuz. Karakterin sesi tizleşiyor ve kısılıyor. Bunu her iki karakterin seslendirmeni içinde söyleyebileceğimiz için mükemmel bir dublaj çıkmış meydana. Seslendirme sanatçıları Troy Baker ve Ashley Johnson ayakta alkışlanmayı hak ediyor bu nedenle. Çevreden gelen sesler de yine kaliteli kaydedilmiş. Akan suyun sesi, duvarın arkasında bağırıp çağıran bir hastalıklı ya da at sürerken atın homurtuları ve nal sesleri kulak tırmalamıyor. Silah sesleri de tüm bunlardan aşağı kalır nitelikte değil. Özellikle tüfek seslerindeki gerçekçilik kulak doldurur cinsten. Hepsi olması gerektiği gibi yerli yerinde seslendirmeler.

Oyunda vuruş hissi çok başarılı. Birini vurduğunuzda tepkisini hemen hissedebiliyorsunuz. Silahın tepmesi, elde sallanması, şarjör değiştirme süresi hepsi gerçekte olacağı gibi. Ayrıca bir insana ateş ettiğinizde merminin türüne göre hasar alması çok iyi düşünülmüş. Pompalı bir tüfekle kolunu ateş ettiğiniz bir düşmanın kolu kopabiliyor ya da attığınız bir çivili bir bomba sonrası bir çeteci havaya uçarak bacağını kaybedebiliyor. Okla vurduğunuz birisiyse bir süre hareketsiz kaldıktan sonra yere yığılıyor. Karpuz gibi yere yığılan gerçek dışı bir fizik motoru bu oyunu katledebilirdi. Fakat The Last of Us’ın ekibi çok güzel bir fizik motoru tasarlamış ve bunu mükemmel uygulamış.

Oyunun yapay zekâsı konusunda kimi eleştiriler okudum. Zaten ne yapacağını kendisi de bilmeyen akıl sağlığını kaybetmiş ve kudurmuş bir köpek düzeyine inmiş hastalıklıları saymazsak, diğer düşman insan unsurlarının yapay zekâsı iyi düzeyde. Ancak zaman zaman tekleyebiliyorlar. Nereye gideceğini şaşıran insanlara rastladım oyunda. Ama bunun haricinde alarm durumuna geçtiklerinde sizi gerçekten arıyorlar ve bulduklarında çok zorlayıcı olabiliyorlar. Ben naçizane yapay zekânın biraz daha zorlayıcı olması gerektiği kanaatindeyim. Ömrünü insan avında geçirmiş çetecilerin daha kurnaz olması gerekirdi diye düşünüyorum. Bu manada bir geliştirme paketi yayınlanırsa hiçbir sorun kalmayacaktır.
Oyunda eksik noktalarda biri de sıkıştığımız bir yerden çıkış yoluna ulaşmaya çalışırken hep aynı tip bulmacaları kullanıyor olmamız. Burada çeşitlendirmeye gidilebilirdi. Zaman zaman zorlayıcı ve dikkat isteyen bulmacalar ve güzergâh bulmalar olsaydı daha iyi olurdu. Bu noktada tekrara düşüldüğünü belirtmeliyim.

Eksiklikleri elbet olacaktır ama artıları ile The Last of Us oyun dünyasında şu ana kadar yapılan tüm oyunlar içerisinde çok rahat ilk ona girmeyi başarıyor. Eskiden bir tabir vardı ve bu tabir şimdilerde anlamını yitirmeye başladı. Ama bu oyun için cuk oturacaktır. Film gibi oyun..
The Last Of Us kurgusu ve yapısı itibariyle girizgâhta sorduğum soruların cevaplarını arayan bir yapım. Yanıtlarını veriyor. Fakat bu yanıtlara katılıp katılmamak sizin elinizde. Joel’e saygı duyup duymamak sizin inisiyatifinizde. Onun tercihlerini bencillik mi addedersiniz ya da sevdiğini ikinci kez kaybetmek istemeyen yorgun bir babanın çırpınışları mı dersiniz. İşte buna vereceğiniz yanıt bu sorulara vereceğiniz cevapları da belirleyecektir.

 Alın, oynayın ve oynatın. Ama +18 ibaresine dikkat ederek yapın bunu. Küçük yaştaki çocuklar için içeriği nedeniyle uzak durulması gereken bir oyun.