20 Nisan 2014 Pazar
Adobe Premier'de Yol Bulma Çalışmaları
Video montaj bilgimi ilerletmeye çalışıyorum. Adobe Premier'de özellikle fotoğraf üzerinde dinamik akışlarda zorlanıyordum. İlk saniyesinden son saniyesine dinamik akış efektiyle bezenmiş bir video çalışması yapmayı denedim. İçerikten ziyade işin teknik boyutuna odaklanmaya çalıştım. Zevkle dinlediğim üç klasik klasik müzik eserinin yer aldığı video çalışmamı sizlerle paylaşıyorum. Rastgele artık...
18 Nisan 2014 Cuma
İsmet Çavuş
Yazmanın kimileri için bir ihtiyaç olduğunu söylerler. Öyledir de. Üretmenin tadını tatmış insanlardır onlar. Bir şeyler vermek isterler, bir çentik atabilmeyi arzularlar kitlelerin zihinlerine.
Tüketmenin kutsallaştığı dünyada üretme zahmetine katlanırlar. Üretmenin yükünü omuzlarlar. Acı çekerler, hissetmek, anlamak, okumak için dünyayı, evreni ve en önemlisi insanı. Zaruri değildir yazmaları, kimse şart koşmaz onlara, yazacaksın demez. Zorlayan onlarıysa sade ve sadece kendi yetenekleri, bilinçleridir. Bu bilinç düzeyinin dayanılmaz ağırlığı altında ezilmemek için geceleri uykusuz kalır gözleri. Elleri ağrır, sırtları kamburlaşır. Bahşedilmiş yeteneklerinin bedelini böylece öderler.
Gabriel Garcia Marquez’de bu insanlardan biri. Stefan Zweig’ın deyimiyle insanlığın yıldızını parlatan bu nadide üreticiyi, bu dehayı sevgiyle anıyorum. Ona adadığım İsmet Çavuş hikâyemi ise naçizane paylaşıyorum.
*****
İsmet
Çavuş
Demir yolu işçileri bardaktan boşanırcasına yağan yağmurdan
korunmak için çadır kurmuş dinmesini bekliyordu. Kilometrelerce dümdüz ovada
uzanıp giden raylar kâh bir sis bulutuyla örtünüyor, kâh sisten sıyrılarak
belli belirsiz de olsa seçilebiliyordu. Ufkun bir nebze de olsa yüzünü
gösterdiği anlarda çakan şimşekler raylardan yansıyarak onları izleyen gözleri
arsızca rahatsız ediyordu. Demir yolunda kilometrelerce yürüyüp yorgun düşen
işçilerse yağmuru fırsat bilerek çadırın kuytu köşelerinde uyukluyordu bu
esnada.
Çadırda uyumayan tek kişi çavuşları İsmetti. Tıknaz fakat
kuvvetli yapısı olan çavuş, sigarasını keyifle tüttürüyor ve hiç dineceğe
benzemeyen yağmuru kayıtsız gözlerle izliyordu. Emekliliğine birkaç ayı
kalmıştı İsmet Çavuş’un. Neredeyse 25 senedir raylardaki aksaklıkları
onarıyordu. Nasır tutmuş parmakları, kış ve yaz yanan cildi, artık neredeyse
gri olan saçları ona bilge bir hava katmıştı. Bilge sayılamazdı belki ama
güngörmüş geçirmiş, hayatı ve insanları tanıyabileceği kadar iyi tanımıştı.
Köyde büyümüş, âşık olmuş ve yine köyde
evlenmişti. Şimdiyse ailesiyle beraber tren istasyonunun bitişiğindeki lojmanda
yaşıyordu. Emekli olunca ne yapacağını
düşünüyordu kara kara. Emekli olsa bir türlü, olmazsa başka türlüydü. Bu işte
ömrünü harcamış, yorulmuştu. Köydeki baba yadigarı evine dönüp orada yaşamak istiyordu. Fakat çocuklardan biri lise, diğeriyse ortaokul talebesiydi. Köyüne dönerse onlar ne yapacaktı, masrafları
nasıl karşılanacaktı. İkilemdeydi İsmet Çavuş. Büyük oğlan çalışkandı. En
azından o üniversiteyi kazanana kadar sıksaydı dişini. Topu topu iki yıl vardı
buna.
Sigarası ve düşünme takati bitmek üzereyken kara yolunun
kenarına yanaşan bir arabanın sesini duydu. Şemsiyesini alarak dışarı çıktı.
Siyah otomobilden kısa boylu ve siyah paltolu bir adam indi. Elinde paltosu
gibi siyah, deri bir çanta vardı. İsmet ona doğru yaklaşan hat şefini
tanımıştı. Nasıl tanımazdı. Ondan daha kısa bir adamdı. Kendisi kadar birini
içine alabilecek bir göbeği de vardı üstelik. Aradaki mesafeyi hızlı adımlarla
kapadı şef. Yağmura ve siyah kumaş pantolonunu
bulaşan çamura lanet okurken işçi çadırının önünde durdu. Selam vermedi. Üstüne üstlük çavuşun lafını bölerek
emredercesine sitemkâr konuşmaya başladı.
-İsmet çavuş ne
yapıyorsunuz burada, görmüyor musunuz daha yolun üçte biri duruyor. Utanmıyor
musunuz zaman kaybetmeye?
İsmet Çavuş şefe sesini duyurmak için bir adım attı.
-Hoş geldiniz… Şefim
yağmuru görüyorsunuz. İlerlememiz mümkün değil.
Bu cevaba sinirlenen şef yağmurdan ıslanan gözlüklerini
eline aldı.
-Olur, mu öyle şey.
Bugün yarın bu yoldan reisicumhur geçecek.
Acele etmemiz lazım. Durmak yok.
İsmet Çavuş hakkını savunmayı bilen bir adamdı ama şefi
yıllardır tanırdı. Her şeyin önüne itibarını ve görevlerini koyan duygusuz bir
adam olarak bilinirdi. Aynı zamanda emirlerine tam itaat isterdi. Üstelik bunu
görmezse çok da kolay öfkelenirdi.
-Öyle olmasına öyle
şefim. Ama işçilerim yorgun, bu yağmurda işe koyulsak zaten hattı hakkıyla kontrol
edemeyiz.
-Etmelisiniz İsmet Çavuş.
Lamı çivi yok yarın bu hat bitmiş olacak. Onu bunu anlamam ben.
İsmet Çavuş da sinirlenmişti. Fakat bunu belli etmemeye
çalışmalıydı. Bilhassa bu meşrepte adamlarla münakaşanın iyi neticeler vermeyeceğini
çok önceden öğrenmişti.
-Şefim, işçilerim
zaten çok yorgun. Bu yağmurda, çamurda, balçıkta ilerleyemiyoruz. Zaten hava da
soğuk. İnsaf edin, bugün yağmur dinene kadar bekleyelim yarın tüm şevkimizle
işe koyuluyoruz.
Şef, İsmet çavuşun sözünü bitirmesine zar zor sabretmiş,
elinde tuttuğu gözlüğünü havada tehditkâr savururken kısık, küçümseyen –gözlük
takmaktan küçülmüş-gözleriyle bakmıştı şemsiyesinin altından belli belirsiz çavuşun
suratına.
-Olmaz öyle şey. Hem
sen mi bileceksin bu işi ben mi! Haddini bil, dediğimi yap! Yoksa emre
itaatsizliğini bildiririm… Şimdi toplayın çadırı, işe devam edin. Benim de
asabımı bozmayın bakayım.
İsmet Çavuş itham edildiğinin aksine işine ondan daha hakimdi.
Demiryollarında çalışan, iş bilir, yetenekli eşi az bulunur cinsten bir çavuştu
o. Bu güne kadar işçilerin kendi aralarındaki kavgaları ayırmak dışında bir
kişiye fiske dahi vurmamıştı. Ancak bugün şefin küçümser tavrına çok içerlemiş,
stresini bir nebze olsun gizlemek için yumruk yaptığı sağ elini paltosunun
cebine sokmuştu.
-Bakın şefim, size söz
veriyorum. Beni bilirsiniz yaparım dersen yaparım. Müsaade edin bana, yarın ben
adamlarımı işe koşarım. Ama bugün bu yağmur durmadan adım atayamayız.
Fakat şef yanaşmıyordu. Artık mesele işten çok kendisi
olmuştu çünkü. Bugüne kadar her dediğinin istinasız yapıldığı, yüksek
makamlarla ilişkileri olan bu adam basit bir çavuşun dediğine uymazdı, uyumazdı.
Özellikle reisicumhurun geçeceği -yıpranmanın en fazla olduğu böyle bir- ray
hattı güzergâhında. Sesini yükselterek,
-Siz bana karşı mı
geliyorsunuz İsmet Çavuş.
Söylediğinin çavuş üzerindeki etkisini anlamak
için bir an duraksadıktan ve sesine nizam verdikten sonra,
-Evet, evet sen bana
karşı geliyorsun çavuş. Haddini bil, ukalalık tasla…
İsmet Çavuş’un lafını bölme girişimine gözlüğünü havada
savurarak karşılık verdi.
-Yo, yo inkâr etme,
emekliliğine çok az bir zaman kala, bana ukalalık yapıyorsun. İşçilerin,
düşünüyor gibi görünüp kaytarıyorsun galiba ha! Dur bir dakika, inkâr etme, bu
mevsimde yağmuru izleyerek tütün içmek çok keyif verir adama. Değil mi ha
!
!
Şef dişlerini sıkarak
homurdanıyor, kendi kendiyle konuşuyordu şimdi. Çamurlanan ayakkabısını kısa
bir nazar attıktan sonra söyleyeceklerinin tesir edeceğinden emin sürdürdü
konuşmasını.
-Ama burası tütün içme
yeri değildir İsmet Çavuş. Şimdi çok konuşma da, topla şu çadırı, ıslandım
burada senin yüzünden. Üstüm başım battı. Şu ayakkabılara bak bi. Şemsiyem de
su alıyor sana laf anlatmaya çalışırken. Hadi, hadi durma çavuş. Toparla!
İsmet çavuş bu havada çalışılamayacağını iyi bilirdi. Böyle
bir imkân bulunsa bir salise durmaz, işe koyulur bitirirdi denetimi. Fakat
şefin onu işten kaytarmakla itham etmesine çok içerlemişti. Cebine soktuğu
sıkılmış yumruğunu daha da sıktı.
-Hayır şef. Bu mümkün
değil. Bu havada iş yapamayız. Hem iş
yapsak bile bu işçiler bu yükü kaldırmaz. Hem ben bu adamları bugün
çalıştırırsam yarın hasta olurlar ondan sonra hattın denetimini toptan
kaybederiz. Israr etmeyin, havanın kararmasına çok bir şey kalmamışken paydos
edelim.
Artık İsmet Çavuş işçilerin hasta olma ihtimali kozunu da
oynamıştı. Bunu söylerse şefin ikna olacağını düşünmüştü. Şefse çavuşa doğru
bir adım atmış, işaret parmağını İsmet’in göğsüne bastırarak haykırıyordu. Bu
esnada çadırda uyuyan işçilerden birkaçı dışarı çıkmış, münakaşayı izliyor,
aralarında fısıldaşıyordu. Uyananlar diğerlerini telaşla uyandırıyor. Bir
yandan da dışarıda cereyan etmekte olan münakaşayı meraklı gözlerle dinlemeye
çalışıyorlardı.
-Bak, bak, bak… Hasta
olurlarmış ha! Bu yağmurda kimseye bir şey olmaz. Ben ne çalışma koşulları
gördüm. Diz boyu kar adamlar harıl harıl. Bak şimdi bana…(Bu cümleyi tane tane
söylüyordu.) Sen en iyisi mi o bahaneleri kendine sakla!
İsmet üstlerini idare etmeyi öğrenmişti. Yirmi seneden fazla
bu işteydi ve onlarca patronu olmuştu. Zaman zaman hakaret yemiş, odalardan kovulmuş,
hor görülmüştü. Fakat o gün nedendir bilinmez İsmet bu darbelere karşı koy
verme gardını düşürmüştü. Başka bir gün şefin çıkışmasıyla karşı karşıya kalsa
aynı tepkiyi muhtemelen vermezdi. Ama o gün, o saat, o dakika ve o salise onu
olduğundan farklı kılmış, dikkatle muhafaza ettiği muvazenesini yitirmesine yol
açmıştı.
Kim bilir şef “sakla”
sözcüğünü bu denli yüksek sesle söylemese ya da “sakla “ sözcüğünü yüksek sesle
çavuşun suratına haykırırken bir de işaret parmağını göğsünü delecekmiş gibi
bastırmasaydı İsmet’in kaburgalarına. Olaylar böyle cereyan etmeyebilirdi. Ama artık
olan olmuştu. İsmet, şefin; çadırda patlatıp dağılan yağmur damlalarının sesini
duymaz olmuştu. Başı dönmüş, gözleri kararmış, idrak kabiliyetini yitirmişti.
Nitekim aklı yerinde değildi. Yerdeki çekici eline nasıl aldığını daha sonra
kendisi bile hatırlamadığını söyleyecekti.
İfadeler alınırken işçilerden en genci olayı polise kan
çağına dönmüş gözleriyle etrafa ürkmüş, kaçamak bakışlar atarken şöyle
anlatacaktı:
-Ben uyandığımda İsmet
çavuş çalışamayacağımızı söylüyordu bizim şefe. Biz içeride işçi
arkadaşlarlaydık. Dışarıda İsmet çavuşun yanında da birkaç kişi vardı sanırım.
Ama onlar da oraya çok yakın değillerdi hatırladığım kadarıyla. En son şefin
çavuşa bağırdığını duyduk biz. Bizim Çavuş cevap veremedi bir an. Sonra bizim
işçi Yunus’un söylediğine göre bizim bu çadırların çivilerini çaktığımız çekiç
var ya. O yerdeymiş. Onu almış yerden bir anda. Şefin kafasına geçirmiş. Şef
kendini korumaya çalışmış ama nafile. Çadırın önündeki arkadaşlar yanlarına
gidene kadar adamın kafasını darma duman etti. Biz dışarı çıktığımızda çavuşu
adamın üzerinden almaya çalışıyorlardı. Ama biz anladık tabi, şefin çoktan
öldüğünü. Bir şey yapamazdık. Darmadağındı kafası adamın. Yazık oldu.
- 2014 Nisan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)