29 Aralık 2013 Pazar

Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali Belgeselinin Yönetmeni Metin Avdaç ile

Metin Avdaç'ın yönetmenliğini yaptığı Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali belgeseli, büyük yazarın kısa fakat dolu geçen fırtınalı ömrünü gündeme getiriyor. Ölümü hala aydınlanmamış yazarın belgeselini "vefa borcu" nu ödemek için yaptığını söyleyen Avdaç'la, belgeselcilik, belgeselin dağıtımındaki sıkıntılar, ilgisizlik ve Sabahattin Ali hakkında, Barış Manço Kültür Merkezinde organize ettiği ikinci toplu gösteriminden sonra konuştuk.

Geçen sene ilk gösterimi gerçekleştirilen, fakat maddi imkansızlıklar yüzünden dağıtımında sıkıntılar  yaşanan Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali  belgeselinin yeniden gösteriminin yapılacağı Barış Manço Kültür Merkezindeki sinema salonundayım. Gösterimin başlamasına çeyrek saatten az bir zaman kalmış olmasına rağmen, kapısı kapalı salonun önündeki koltukta bekliyorum.  Gösterimin başlamasına dakikalar kala insanlar tek tük  gelmeye başlıyor.Bu nedenle az fakat ilgili bir insan topluluğunun koridordaki vızıltısı giderek artıyor. Sonra salona alınıyoruz. Yüz kişilik salonda koltukların yarısı boş.

Gösterimden sonra belgeselin yönetmeni, yapımcısı Metin Avdaç, izleyicilerin sorularını yanıtlıyor. Eleştirileri cevaplayıp herkes gittikten sonra bomboş salonda Metin Avdaç'a röportaj randevumuzu hatırlatıyorum. Tam bu esnada içeri bir güvenlik görevlisi girerek, biraz sonra bir tiyatro provası yapılacağını bildiriyor. Yüzyüze konuşabileceğimiz bir yer bulamayınca sahnenin köşesine oturuyoruz.

Neden Sabahattin Ali?
Sabahattin  Ali hiç usumda olan bir isim değildi. Sabahattin Ali belgeselini yapmak sürpriz oldu diyebilirim.
Afyon Kocatepe Üniversitesinden dönerken yolculuk sırasında bu fikir ortaya çıktı. Bu film bana Ali hakkında çok şey öğretti. Bundan önce Sabahattin Ali'i çok iyi bilmezdim. Belgeselin yapım aşamasında sürekli romanlarını, şiirlerini ve öykülerini okudum. Fakat Ali'de daha baştan beni çeken tabiri caizse adam gibi bir duruş vardı. Karakteri de ilgimi çekmişti. Nüktedan, insan aşkıyla dolu ve aynı zamanda politik idealleri de olan bir yazardı. Aynı zamanda o fırtınalı dönemlerde sözünü esirgemeyen, yüreği ile dilinin aynı olduğu, dik başlı bir insandı Ali. Belgeseli çekmeye karar verdikten sonra okumalarımı hızlandırdım. Sabahattin Ali'nin hayatında yer alan insanlarla görüşmeden önce konumda derinleşmek şarttı. Daha sonra kızı Filiz Ali ile tanıştım ve böylelikle Ali'nin hayatına dolaylı da olsa dahil olmuş oldum. Bu nedenle Sabahattin Ali'nin belgeselini yapmaktan gurur duyuyorum. Aynı zamanda bu belgeseli yapmak, onu hatırlayarak, vefa borcunu ödemektir. Türkiye, Sabahattin Ali'ye çok şey borçlu çünkü.

Bugünkü gösterimde salondaki koltuklar bile dolmadı. Belgeselinize ilgi gösterilmediği için mi yeni bir gösterim yaptınız?  Bu sizin belgeselinize karşı bir tavır mı? Yoksa genel olarak Türkiye'de belgesellere karşı bu yönde genel bir tutum mu var?
Öncelikle böyle kritiklerden hoşlanmam ama şunu söylemeliyim. Bizim insanımız belgesel sinemaya karşı kendini tam manada geliştirmiş değil. Yani sinemaya gidip belgesel izlemek gibi bir alışkanlığı yok. Bildiğiniz üzere gazete okuma alışkanlıklarında da bunu görüyoruz, spor sayfalarına baktıkları kadar kültür-sanat sayfalarına bakmıyorlar. Bu bilinen bir şey tabi. Belgeselime gelince, hiç ilgi olmadığını söyleyemem. Kimi gazeteler ilgi gösterdiler. Ama ana akımda yer alan gazetelere defalarca bülten göndermeme rağmen herhangi bir geri dönüş alamadım, alamıyorum. Medyanın ilgisizliği had safhada olunca ki medya bir bildiri ve reklam vasıtasıdır sinemada, halkımızın da haberi olmuyor. Ben de elimden geldiğince sosyal medya üzerinden sesimi duyurmaya çalışıyorum.

Bir reklam sıkıntısı var o zaman?
Şimdi ben bu belgeselin nasıl reklamını yapayım. Zaten tırnağımızla kazıyarak ortaya bir şeyler çıkarmaya çalıştık. Bir de reklam için bir kaynak ayırmamız imkansızdı. Tabi burada toptancı olmamamız da gerekiyor. Bazı medya kuruluşları Sabahattin Ali gibi önemli bir ismi atlamak istemedikleri için haberlerimizi yaptılar. Oradan dem vurdular yani. Ama yeterli değildi tabi.

Buradaki seyirci sıkıntısına geri dönecek olursak, bugün gösterimi gerçekleştirdiğimiz salon bile dolmadı.
Aslına bakarsanız, bunu fazla yadırgamıyorum artık. Kimi büyük festival filmleri bile Türkiye'de bazen seyirci bulamayabiliyor. İnanır mısınız? Bugün ben yine de mutluyum. Salon dolmasa da 40-50 kişi filmi izlemeye geldi.  Mesela Zeki Demirkubuz'un Kader filminin ilk gösterimini üç kişiyle izledik. Bu bir utançtır. Kader gibi insan ilişkilerini bu denli iyi anlatan ve gerçeğe oldukça yaklaşan bu filmin birkaç kişiyle izleniyor olması yüz kızartacak bir şeydi. Mesela TV8'i Acun Ilıcalı aldı ve Ilıcalı'nın açıklamalarına bakınca kanalda habere yer verilmeyeceğini, salt eğlenceye yöneleceklerini söyledi. Halkı uyutacak mükemmel bir kanal ortaya çıkmış olacak böylelikle. Sinema ve kültür-sanatsız sadece reality showlarla yürüyen bir kanal olan TV8 Türkiye'deki görsel sanatlardan beklenileni  çok güzel yansıtıyor.

Medyadan bahsetmişken aklıma sponsorluk geliyor. Belgeseliniz için herhangi bir sponsor bulabildiniz mi? 
Güzel bir soru sordunuz. Özellikle böyle belgesellere sponsorluk almak daha da güçleşiyor. Çünkü hedef kitle düşünüldüğünde, kimi büyük firmalar reklamlarını yapamayacaklarını düşünüyorlar. Bu nedenle bu türde belgesellere bir sponsor bulabilmek oldukça zor oluyor. Biz Sabah Yıldızı için kimi münferit yardımlar aldık. Ben İFSAK üyesiyim. İFSAK'taki yönetim, sağ olsun, ışık kitini verdi. Şişli Belediyesi bir haftalığına bir araç tahsis etti. O da Ali Kocatepe'nin aracılığıyla oldu. Yoksa o aracı olmasa bu yardımı alamazdık. Aydın'a, Kırklareli'ne gittiğimizde belediyeler ulaşım konusunda yardımcı oldular.

Berlin'deki çekimleri nasıl gerçekleştirdiniz?
Tamamıyla kendi kredi kartımdan. Orada hiçbir destek alamadık. Tek başıma gittim, ekibim gelemedi. Çekimlerin hepsini izinsiz yaptım. Bildiğiniz gibi bazı yerlerde çekimlerden önce izin almanız gerekiyor. Ben kimseden izin almadan tripotumu kurdum ve bir turist gibi çekimlerimi gerçekleştirdim. Yoksa izin almış olsaydık, onun bir maliyeti olduğunu belirtmeliyim.

Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali'ye  Ertuğrul Günay' da destek olmuş. O nasıl oldu?
Kültür Bakanlığı'na bağlı Sinema Genel müdürlüğü yılda birkaç defa seçilmiş uzun metrajlı filmlere ve belgesellere yardımda bulunuyor. Bir de gizli ödenek dediğimiz bir ödenek varmış. Şu anda o kalktı. Benim bu gizli ödenekten haberim oldu. Bunun üzerine ben  bu açık ve kapalı ödeneklerin her ikisi içinde birer dosya gönderdim bakanlığa. Açık olan ödenek biraz uzun sürüyordu görüşmeleri, bu nedenle ondan pek umudum yoktu. Aynı zamanda vaktim de yoktu. Gizli ödenekte benim dosya görüşülmüş, fakat içeride hiçbir kontağım olmadığı için dosya reddedilmişti. Fakat ben yılmadım. Bakan müsteşarıyla, özel kalem müdürlüğüyle bağlantı kurdum. Ama yine bir sonuç çıkmadı. Kapıdan giriyorum, pencereden atıyorlardı beni.  Kara Altından Altın Mikrofona belgeselinden kazandığım parayı Sabah Yıldızı'na harcadığım için elimde avucumda bir şey kalmamıştı. Destek şarttı. Sonra birgün orada çalışan memurlardan biri bana başkana direkt olarak mektup yazmamı tavsiye etti. Çünkü bakana gönderilen mektuplar, Ertuğrul Beye ulaştırılmak zorundaymış. Bunun üzerine ben de meramımı anlatan güzel bir mektup yazıp Günay'a gönderdim. Böylelikle bakanlıktan 50 bin TL yardım almış oldum. Bununla beraber tüm belgesel  120 bin TL'ye mal oldu.

Filminiz sinema salonlarında yer aldı değil mi?
Evet, çok sınırlı yerde de olsa gösterimler yaptık. İstanbul'da Majestic, Ankara'da Büyülü Fener, İzmir'de İzmir Sineması'nda gösterimi yapıldı. Sadece bu üç sinemada bir hafta gösterildi. Hepsi o kadar. Para olmayınca, dağıtımcı da olmuyor, dağıtım olmayınca ancak bu kadar göz önünde kalabiliyorsunuz. Şimdi Tiglon ile görüşüyoruz.

Yani Sabah Yıldızı dvd olarak satışa çıkacak. Yanılıyor muyum?
Tiglon işe ticari yaklaşıyor doğal olarak. Belgeselin dağıtımını kabul etseler memnun olurum.  Kabul etmezlerse ben kendi yoluma devam ederim.

Peki, belgeseliniz herhangi bir ticari dağıtım olanağı bulamazsa, Vimeo veya Youtube gibi kanallar vasıtasıyla paylaşmayı düşünür müsünüz?
Size az önce de söylediğim gibi bu belgeselin bana bir maliyeti oldu. En azından gelecekte yapacağım projelerim için bir birikime ihtiyacım olacak. Video sitelerine biraz daha var sanırım. Tiglon ile bir anlaşmaya varılamazsa ücretli sitelere yönelebilirim. Kredi kartıyla film izleyebildiğiniz sitelerden bahsediyorum.  Ama her şeyden önce filmin raflarda yerini almasını istiyorum. Bu  arşiv açısından da çok önemli.  Ayrıca şunu da belirteyim. Özel davetler üzerine üniversitelerde de gösterim yapıyorum. Hacettepe Üniversitesi'nde önümüzdeki günlerde ücretsiz bir gösterim yapacağız.

İşin ekonomik boyutundan belgeselin  içeriğine geçmek istiyorum. Her yaşam öyküsü belgeselinde yönetmen karakterine ne ölçüde objektif yaklaşmaya çalışsa da, en nihayetinde ortaya çıkan yönetmenin kendi gördüğü, yarattığı oluyor. Siz Sabahattin Ali'ye nasıl yaklaştınız bu manada?
Ben belgeseli yapmadan önce cumhuriyetin ilk dönemlerinden alarak öldürülen aydınlara odaklanmak istemiştim. Mustafa Suphi'lerden başlayıp, Hrant Dink'e kadar katledilen aydınların belgeselini yapacaktım.

Yani Sabah Yıldızı'nın arkasında siyasi bir duruş var?
Evet, Ali bir omurgadır. En trajik katledilenlerden biridir. Büyük bir edebiyat ustası olmasına karşın, aynı zamanda kalemi siyasi anlamda sivri biridir. Ben ilk belgesel tasarımlarımda  odağa Ali'yi alarak öldürülen aydınlara genel bir göz atacaktım. Ama sonradan gördüm ki, sadece Sabahattin Ali olayı bile her şeyi anlatmakta yeterli olacak. Belgeselin sonuç bölümünde öldürülen ve kaybolan kimi aydınlara göndermeler olmakla birlikte, işin rengi kaçmasın düşüncesiyle bunu olabildiğince kısa ama öz tuttum.

Belgeselinizi daha önceden izleyen insanların bazı eleştirilerini de size sormak isterim.  Ölümüne çok fazla odaklanıldığı fakat Sabahattin Ali'nin yaşarken yaptıklarına yeterince değinilmediği yönündeki bir eleştiriyi nasıl cevaplarsanız?
Sabahattin Ali'yi bilen kişi zaten eserlerini tanıyor. Nitekim belgeselde eserlerini dile getirdik. Alıntılar yaptık. Şiirlerini paylaştık.  Dikkat ederseniz ben Sabahattin Ali'yi anlatmadım. Ali kendini mektupları vasıtasıyla anlattı.  Aşkları vasıtasıyla anlattı. Ayrıca halkın en çok ilgisini çeken nokta Ali'nin nasıl öldürüldüğüdür. Ben onun eserlerini biliyorum diyor izleyici. Bana onun cinayetini anlat. Sanırım izleyici bunu bekliyor. Bu eserlerini, yaşadıklarını beklemediği anlamına gelmiyor ama bu cinayet daha çok dikkatlerini çekiyor. Bence ölümü ve hayatı yarı yarıya yer aldı belgeselde. Cinayetin göze batması sizin de bildiğiniz gibi çok normal.

Naçizane benim de bir eleştirim olacak. Sabahattin Ali'nin, eşi Aliye Ali ve kızı Filiz Ali ile olan ilişkisine çok az yer verilmiş. Bence Sabahattin Ali'nin özellikle kızı ve eşiyle olan ilişkisine ve yaşadıklarına daha çok yer ayrılmalıydı. Bir "baba" olarak Ali eksikti belgeselde.
Ben Aliye Ali'nin sesini kullanmayı çok isterdim.  Aliye hanım 1998'de hayatını kaybetmiş. Nitekim Aliye hanım evlilik dönemlerinde çok mutlu olmamış. Yaşadıkları çok hüzünlüdür. Bu nedenle mutlu olmayan bir kadının özel hayatını yansıtmak istemedim. İnsanların bu anlamda rahatsız etmek istemedim.

Filiz Ali'nin babasıyla ilişkisi noktasında ne  söylemek isterdiniz? Filiz Ali bana çok mükemmel bir baba-kız ilişkileri olduğundan bahsetmişti kendisiyle tanıştığımda.
Filiz Ali babam benle çok ilgilendi diyor. Evet, çok derinlerine inilmese de o noktaya kısaca değindiğimi söylemeliyim.  Sizinde az önce söylediğiniz gibi herkesin kafasında kurduğu bir Sabahattin Ali'si var ve bundan dolayı her şeyi belgeselde işlemiş olsaydık,  filmin üç-dört saati bulması gerekirdi. İki saat süren bir belgeselde tabi ki bazı şeyler eleniyor ya da daha az işleniyor. Doyumluk olmasa da tadımlık olsun dedim.

Büyük bir yazar olan Sabahattin Ali'yi, büyük yapan şey neydi? Bu noktanın da gözden kaçırıldığı eleştiriler arasındaydı. Kimleri okurdu, yazma serüveni, etkilendiği yazarlara yeterince yer vermediğiniz yönünde ne söylemek istersiniz?
Alman ve Rus Edebiyatı'nın etkilerinden az da olsa bahsediyoruz. Ama bunlar teknik konular olduğu için olabildiğince az vermeye çalıştık.

Belgeselde önemli birçok  isimle röportaj yapmışsınız. Ancak bir edebiyat eleştirmeni ya da tarihçisi dahil edilmemiş, Sabahattin Ali'nin Türkiye Edebiyatındaki yerini sorgulayan bir bölüm göremiyoruz.
Sabahattin Ali'nin edebiyatının nereden gelip, nereye gittiği ve onun bir eleştirisini doğru bulmam. Hem teknik bir konu olduğu için benim haddim olmadığını düşündüm, yani Sabahattin Ali'nin edebiyatını büyüteç altına alacak yeterlilikte görmedim kendimi. Bunu yapmaktan kaçındım. Neler yazdığını söyledim, alıntılarla paylaştım. Ama onun yazın serüveni çok farklı bir kulvar olacaktı. Siz de haklısınız, Sabahattin  Ali gibi bir ismin belgeselinden bile beklentiler çok büyük olacaktır. Herkesin aradığı noktalar var ve ben de elimden geldiğince kotararak vermeye çalıştım.

Sinematografik olarak belgeselin eleştirildiğini söyleyebilir misiniz? Bu anlamda daha iyisini yapabilir miydiniz?
Kesinlikle, ben  hatalarımı görüyorum. Ekibimdeki hiçbir ismin sinema açısından yeterli olduklarını söyleyemem. Hepsi benim eşim dostum. Edebiyatçı bir kadın arkadaşıma mikrofonu tutturdum mesela. Kızcağınızın gücü o uzun sopayı tutmaya yetmiyordu. Ses konusunda da sıkıntılar var. Bir sesçinin günlük olarak maliyeti var. Ben bunu karşılayamazdım. Kameraya bağlı bir mikrofonla ses aldım. Bu nedenle ses konusunda kulağı çok tırmalamasa da hatalar oldu tabi. Edremit'de sokağın trafiğe kapatılması gerekiyordu. Zamanımız ve gücümüz olmadığı için sokaktan geçen arabaların sesleri çok olmasa da mikrofona yansımış. Montajda da hatalar var. Bunu da biliyorum. İyi bir kameramın ve görüntü yönetmenim olsaydı, çok daha iyi bir iş çıkmış ortaya çıkarmış olurdum. Ancak New York'ta yaşayan belgeselci bir arkadaşım şunu söylemişti bana geçenlerde. Belgesel her zaman için hatayı kabul eder, önemli olan bir hikaye anlatabilmektir.Belgeselin bakış açısı ve bir dili olması ki ben bunu yaptığıma inanıyorum, bu hataları kabul edilebilir kılıyor.

Metin Avdaç
1962 yılında Batman’da doğdu. Çocukluk döneminde sinemaya olan tutkusu, yıllar sonra fotoğraf çekmeye yönlendirdi. 1998 yılında İFSAK’ta fotoğraf kursu alınca, daha disiplinli fotoğraflar çekmeye başladı. Belgesel fotoğrafçılığa önem veriyor. Doğa ve yaşam üzerine fotoğraflar çekiyor. Beş belgesel çalışması yaptı: 2002 yılında “Işığımızın Emekçileri” ve 2003 yılında “Torakçılar” ve 2004 yılında “Beyaz Saray”. 19. İFSAK Fotoğraf Günleri içinde yer alan 8. Dia gösteri yarışmasında “Torakçılar” başarı ödülü aldı. Ulusal ve Uluslararası fotoğraf yarışmalarında ödül ve sergilemeleri bulunuyor. Son olarak Sabahattin Ali'nin yaşam öyküsünü anlattığı Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali belgeseline imza attı.

YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI BELGESEL FİLMLER
Sabah Yıldızı - 2011
TRT Belgesel Ödülleri, Ulusal Profesyonel Kategori, Finalist. 2012
Antalya 49. Altın Portakal Film Festivali, NTV Dünya Belgeselleri Bölümü Gösterim. 2012
Kara Altından, Altın Mikrofona - 2009
46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, Belgesel Film Yarışması, Finalist. 2009
TRT Belgesel Film Yarışması, Ulusal Profesyonel Dal, Birincilik Ödülü. 2010
Çotanak Yolunda - 2008
Torakçılar - 2006




Cemal Uşşak (Habervesaire)

Cemal Uşak: “Başbakan ismimizi doğrudan söylemediği sürece üzerimize alınmayız”

cemal uşak
Cemal Uşak’a göre iktidar, Cemaat'in düşman olduğuna inandırılmış. Ama Başbakan Erdoğan doğrudan söylemediği sürece Cemaat, “Dış güçlerin Türkiye’deki yardımcıları” sözünü üzerine almayacak.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Mütevelli Heyeti Üyesi Cemal Uşak’a göre Başbakan Tayyip Erdoğan, “Dış güçlerin Türkiye’deki yardımcıları” sözüyleGülen Cemaati'ni kast etmiyor. Erdoğan’ın sözlerinden niyet okuması yapamayacağını söyleyen Uşak, “Tayyip Bey’de çok sarih söylemediği müddetçe bu ithamları üzerimize almayız” görüşünde. 

Silahtarağa Cemiyeti
’nin davetiyle "Hizmet Hareketi" konulu toplantıda  İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde öğrencilerle bir araya gelen Uşak, 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk operasyonunda Gülen Cemaati’nin parmağı olduğunu söyleyenlerin yanıldığını dile getiriyor: “Ortada bir yolsuzluk iddiası varken, bu operasyonu Cemaat’in yaptığını söylemek iftiradır.” 

“Soruşturma açılabildiğine göre savcıların elinde çok kuvvetli belgeler var”


İşin ucunun bakan çocuklarına kadar uzandığı bir soruşturmanın gerçekleşmesinin Türkiye şartlarında kolay olmadığını da belirten Uşak “Bu nedenle yargının kendisini moral olarak güçlü hissetmesi lazım. Ama bu soruşturma açılabildiğine göre savcıların elinde çok kuvvetli belgeler olduğu muhakkak. Aksi takdirde bunu yapan kişi Türkiye şartlarında başına ne geleceğini çok iyi bilir. Eğer bir ihbar gelmişse ve bunun dayanakları varsa, bu yönde bir soruşturma yapmamak görevi kötüye kullanmaktır. Burada öncelikli muhatap kolluk kuvveti değil, savcıdır” diyor.

Gülen Cemaati lideri ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Onursal Başkanı Fethullah Gülen’in yolsuzluk ve Emniyet’teki atamalar için beddua etmediğini de sözlerine ekleyen Uşak, Gülen’in bedduasının nedenini uzun bir sürece dayandırıyor: 

“Bu beddua yolsuzluk ya da emniyetteki atamalarla ilgili değil. Birkaç senedir devam etmekte olan tasarrufların, uygulamaların üzerine edilmiş olduğunu düşünüyorum o bedduanın.”

cemal uşak şahnacı“İktidar Cemaat’i düşman görüyor”

İktidarın son birkaç senedir cemaati kendisine düşman gördüğünü ve buna inandırıldığını söyleyen Uşak, “Otorite adeta iki üç senedir şuna inandırılmış: Bu hareket ya da bu camia benim düşmanım. Bana tavır alıyor. İktidar emniyetteki, yargıdaki kişilerin kendisine karşı tavır aldığını düşünüyor.  Şu ana kadar yüzlerce, belki binlerce öğretmen, polis, bürokrat, yargı mensubu hallaç pamuğu gibi oradan oraya tayin ediliyor, görevden alınıyor.  Mesela birçok kez doğuda görev yapmış kimi memurların tekrar tekrar doğuya sürülmesi Hoca Efendi’yi de rahatsız etti. Asıl mesele otoritenin camiayı düşman telakki etmesinden ileri geliyor” dedi.
Yazının devamı için:

Kalaşnikof: Sadece silah değil (Habervesaire)

Kalaşnikof: Sadece silah değil

GündemAbidin Önder Öndeş,   
kalaşnikof
Batı’yla Doğu’nun, egemenle ona direnenin kanlı mücadelesinin sembolü... Mucidi Mikhail Kalaşnikof’u önceki gün 94 yaşında yitiren AK-47, silahtan öte bir kimliğe dönüşmüştü.
Kalaşnikof sadece bir tüfek değil. O dünya tarihini değiştirmiş, simgeleşmiş bir silah. Modern çağın Ekskalibur'u. Hayatlar değiştirmiş alaycı bir yangın, canlar almış bir katil, milyonlarca kez satılarak üretici ülkelere milyar dolarlar kazandırmış bir nimet. Bu nedenle Kalaşnikof sadece bir silah değil . Kendine ait bir tarihi yaratmış lambadaki cin.

Çocuk yaşta edindiğim bir izlenim kafamda dolanır durur. Bir akşam haberi bu. Kötü bir çekimin el verdiği ölçüde “terörist” olduğu söylenen insanlar gösteriliyor televizyon ekranında. Ellerinde daha sonra binlerce kez daha göreceğim bir tüfek var. Sıraya dizilmiş bir halde dağın sırtı boyunca yürüyorlar.

Akranlarım kalaşnikofu muhtemelen ilk olarak bu haberlerde görmüş olmalı. Silah teknolojisiyle hiç ilgisi olmayan insanların bile tanıdığı ve belki de dünyada kılıçtan sonra en ünlü saldırı aracıdır kalaşnikof. Bu müthiş ve korkunç üne hayat veren mucit Rus Mikhail Kalaşnikof önceki 94 yaşında öldü. Ölmeden birkaç ay evvel bir muhabirin kalaşnikofu icat ettiği için pişman olup olmadığını sorması üzerine bu silahı vatanını korumak için geliştirdiğini söylemiş, herhangi bir pişmanlık duymadığını belirtmişti. Kalaşnikof pişmanlık duysun ya da duymasın, icat ettiği ve ülke bayraklarında sembol olabilecek kadar güçlü bir psikolojik etkiye sahip otomatik saldırı tüfeğini kimileri eşi bulunmaz bir kahraman, kimileri de azılı bir katil olarak görüyor. 

Katilin avantajı


Kalaşnikofun kısa fakat etkili tarihini AK-47: The Story of a Gun (AK-47: Bir Silahın Hikâyesi) adlı kitabıyla mercek altına alan Micheal Hodges, dehşet saçan bu tüfeğin avantajlarını şöyle dile getiriyor: 

"Kalaşnikofun gücü basitliğinden ileri geliyor. Sadece sekiz hareketli parçası var. Bu onu hem kolay kullanır kılıyor, hem de ucuz. Gerçekten çok kısa bir eğitimin ardından, çocuk ya da yetişkin herkes dakikada 650 mermi ateşleyebilecek düzeye gelebiliyor. AK-47 aynı zamanda bir dakikanın altında bir sürede tamamıyla parçalanabilir ve temizliği de bu nedenle çok kolaydır. Her iklim koşuluna rahatça uyum sağlar. Karda ya da çölde hiç fark etmez. İlginçtir ki bir AK-47 hemen hiç temizlenmemiş olsa bile, muhtemelen bir çatışmada rakibinizi baskı altında tutmanıza yetecek kadar performans gösterecektir."
"O kendisine üç numara büyük gelen haki renkte pamuklu bir pantolon giyiyordu. Üzerindeyse Mickey Mouse'un resminin olduğu bir tişört vardı. Sağ elinde namlusunu kavradığı bir kalaşnikof tutuyordu."

Robert Fisk, (Pity Of Nation)
Bu nedenle bulunmaz Hint kumaşı olarak görülmüş olmalı ki geliştirildiği 1947'den beri 100 milyonun üzerinde satmış. Sadece Suriye'deki iç savaşta değil, geliştirilmiş ve modernize edilmiş muadilleriyle birlikte resmi olarak 80'e yakın ülkenin silah envanterinde yerini uzun yıllar önce almış. Yani bu 80 ülkede standart piyade saldırı tüfeği olarak erlere herhangi bir çatışma durumunda verilmesi öngörülen tüfek hâlâ AK-47.


Yazının devamı için:
http://www.habervesaire.com/news/kalasnikof-sadece-silah-degil-2642.html