23 Kasım 2011 Çarşamba

Mavi Göz

Robotlarda özellikle terci ediliyor.

Mavi göz bir zekâ göstergesi midir? Gerçekten mavi gözlü insanlar zeka ve kabiliyet niteliklerinde üstün vasıflara mı sahip? Medyadaki kullanımları gizli bir ırkçılığın göz ardı edilen yansımaları mı, yoksa sadece alışılagelmiş bir farkındasızlık mı?

Avrupa’da kuzey ve kuzeybatı ülkelerinde insanların genele oranla büyük bir kısmının mavi gözlü olduğunu biliriz. Sanırım çevre koşullarının genler üzerindeki etkisi bu. Yani öyle bir üstün özellik değil, doğal bir sonuç. Fakat sizinde dikkatinizi çekmiş olmalı, nerede üstün-zeki bir form canlandırılsa  tüm bunların gözleri mavi renkte oluyor. Filmlerde, güvenlik programlarında vb. Kimilerinin bunu bilinçli yaptığına şüphe yok, bazılarında ise süregelen bir alışkanlık.

Ben Robot Filminden Zeki Bir Robot.
Avrupa’nın geniş bir kısmında özellikle görülen mavi göz renginin kullanımından yazının başında da işaret ettiğim gibi ırkçı bir bakış açısını hemen okuyabiliriz. Irkçılık illetini vakti zamanında en iyi temsil eden batı medeniyetinde bu temsil yıllarının izlerini ve kokusunu şimdi bile duymak ürküntü verici. Liberalizme fikir babalığı etmiş, insanlığı tüm disiplinlerde ileri götürmüş ve doğuşunu Rönesans’ın hümanizmden almış Avrupa’da görülmesi ise daha da bir enteresan. Şunu da unutmamak gerekir, ırkçılığı teorik anlamda terimselleştiren ve pratiğe döken de yine aynı Avrupa. Çünkü günün birinde birileri “bu kadar hizmet edenler biziz ve biz demek ki diğerlerinden daha ileriyiz ve üstünüz” diye düşünmüş -düşünüyor-  olmalı ki hala bu illet sürsün, sürdürülsün, gizli bir ırkçılığın tohumları medyanın elemanlarına halen enjekte edilsin.

Mavi göz kullanılmasın demiyorum, yalnızca hep bunun bu şekilde göze sokulmasına itirazım var. Farkındalık geliştirmek için karaladığım bu yazıyı okuyan mavi gözlü insanlar alınmasın, tabi ki kullanılsın o da ama bu altyazı ile değil.

22 Kasım 2011 Salı

Mutlu Çağlar Değil Mutlu Anlar Mı Vardır?

Mutlu Çağlar Değil, Mutlu Anlar Vardır. (J.Berger)

İnsanlar yaşarlar, birer özel nesneymiş gibi ve bu his bu özel olma hissi onlara yaşama arzusu verir. Herkes öyle ya da böyle kendini yaşamın odak noktasına koyar, bu sayede oluşan egolarını ve iradesini tatmin için kedinin ipi takip etmesi gibi kovalar, kovalar, yakalar ve yine kovalar. Arzularının eseri olan insan istedikçe doymaz, doydukça ister ister, ta ki mezara kadar.

Bu insan topluluklarını yöneten insanlar vardır ve bunlar bu kişisel istençlerin arasına kolektif istekleri de sokmak isterler. Kişiselin faydasızlığı ve devamı devletler için bir şey ifade etmez. Ortak olarak yaratılan bu toplumsal istençler, gün gelir bireysellikleri alt eder. İnsanlar kendileri öldükten sonra hiçbir şeye yaramayan bu ölümleriyle pisipisine mezara giderler. Siyasetin maşası ve bazen hiçbir getirisi olmayan bu askeri savaşlarda ölenleri herkes bir sayı olarak ifade eder.

Bu siyasi mekanizmalar halkının toplumunun iyiliği için insan harcarlar ve yine kendi insanlarını harcarlar. O ülke için mutlu bir çağ, başarılı bir dönem yaratmak için. Fakat araçlarının yine insanlar olması çok büyük bir ikilemdir. İyi bir gelecek için o ölen insanların anlarını satan almak çok doğaldır ve bunların çoğu siyasetin cilvesi olarak görülür. Tarih kitaplarında genel akışa bakıldığında neden yapıldığı bile belirsiz bu yüzlercesi kadar geçen başka bir olguya rastlamayız. Kısacası ve özü benden mutlu anlarımı satın alan ve bunun karşılığında hiçbir şey vermeyen savaşta neden öleyim. Neden öldüreyim, ben olmadıktan sonra ne fark eder. Bana mutlu anlarım lazım değil mi?

8 Kasım 2011 Salı

Es Verebilmenin Keyfiyeti

Çocukken televizyonun karşısına geçip çizgi film izlemek inanılmaz katıksız bir zevk verirdi bana. Tarif edilmesi güç bir hisle ve keyifle izlerdim. O dünyaların gerçek dünyanın bir unsuru olmadığını anlamadığım ve bu kadar realist düşünmediğim düşsel romantik çocukluk yıllarımı şimdi arıyorum ama nafile.
...

Çocukluğum için Lütfen Sağdan
Büyüklerin neden –numara yaparak- çocuklarını yanlarına alıp animasyon filmlerine gittiklerini şimdi daha iyi anlıyorum, çünkü hepimizin bunlara yaşımız her ne olursa olsun ihtiyacı var. Bir an “gerçek” hayata olmadığı gibi bakmamızı sağlayan bu romantik, düşsel ve saf yapımları arzuluyoruz ve hepimiz her an etrafımızı kuşatan reel hayatın bombardımanından sıyrılıp, çocukluğumuzda televizyonun karşısına oturup izlediğimiz bu tarz yapımların sığınaklarına sığınıyoruz. Kim bilir bunu belki bilinçsiz olarak yapıyoruz, çocukluğumuzu bize hatırlatmasından haz duyduğumuz için ya da sahiden istiyoruz ve bu yapımları büyüdükçe önlemeyen çocukluk duygularımızı doyurmak niyetiyle takip ediyoruz. Bazen de sadece bir anlık es verebilmenin keyfiyeti için, kim bilir. 

Bu akşam PIXAR’ın Car 2 animasyon filmini izledim. Son birkaç aydır bu kadar eğlendiğim başka bir yapım hatırlamıyorum. Güldüm, sevindim ve çocukken güldüğüm gibi titreyerek gülemesem de bunu denedim, bir an için o katıksız haz yıllarını anımsadım ve bu anıların maneviyatıyla beslendim. Kan görmedim, hiçbir pornografik unsura ya da şiddet öğesine maruz kalmadım, komedinin sekse endekslendiği basit “şakalara” da rastlamadım. Sadece safça ve düşünülerek yapılan, hepimizin aslında bildiği ve reel hayatın bize unutturmaya çalıştığı insani değerleri işleyen şık esprilerle dolu birkaç çocuksu saat geçirdim. İtiraf etmeliyim ki kendimi rahatlamış ve dingin hissediyorum. Birazdan yattığımda çocukken olduğu gibi tatlı tatlı uyumak ve o romantik rüyalarımı görmek istiyorum. Çocukken (ki pek uzak değil daha 20 yaşındayım) büyümek isterdim, büyüyünce her şeyin daha iyi olacağını zannederdim. Fakat şunu da çok geçmeden anladım. Aslında yaşlandıkça her şey daha kötüye gidiyor. Edindiğimiz deneyimlerimizin ve bilgilerimizin oluşturduğu görece realist evrenimizin tekdüzeliği ve düş kaldırmazlığının kıskaçları boğazımı sıkarak bizi sonlarımıza doğru itiyor. Bu kıskaçları biraz da olsa gevşeten ve derinden çocuksu bir nefes almamızı sağlayanlara minnet borçluyuz.