30 Kasım 2010 Salı

Laf Arasında Birkaç Hayyam Rübaisi(Ölüm yıl dönümüne az bir zaman kala)

Her gün yeni bir gün doğarken,                        
Bir gün de eksilir ömründen;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.

Var mı dünyada günah işlemeyen söyle;
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;
Bana kötü deyip kötülük edeceksen
Yüce Tanrı ne farkın kalır benden söyle.

Mal düşkünleri rahat yüzü görmezler,
Bin bir derde düşüp, canlarından bezerler,
Öyleyken ne tuhaftır, yine de övünür.
Onlar gibi olmayana adam demezler.

Dünya üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme eşek eşeği beğenir:
Hayır  var sana kötü demelerinde.

Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek usta, kuklalarda biz.
Oyuna çıkıyoruz birer ikişer;
Bitti mi oyun sandıktayız hepimiz.

Varlığın sırları saklı senden, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın ne ben.

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz.
İki başımız var, bir tek bedenimiz
Ne kadar dönersem çevrende:
Er geç baş başa verecek değimliyiz.

Ne bilginler geldi, neler buldular!
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?
Birer masal söyleyip uyuyakaldılar. 

Dedim: Artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok.
Derken aklım geldim başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş hiçbir şey bildiğim yok.

Niceleri geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenlerde hep senin gibiydiler.

Dün özledim de seni coştum birden bire;
Çıktım Senin yerin dedikleri göklere
Bir ses yükseldi ta yukarda, yıldızlardan;
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!

28 Kasım 2010 Pazar

Yaşlı, Siyahi Kral

Bu aktör hakkında yazı yazmaktan bile zevk almak, işte bu mükemmel bir şey. Oyunculukta gösterişsiz oynamak ya da nasıl derler, oynamadan oynamak, ona özgü bir şey olsa gerek. Tebessümü, gülüşü, arada bir kalınlaşan ve yer yer incelen ses tonu, uzun siyah parmakları bana tarif et deseler, böyle tarif ederdim üstadı.

Bahsettiğim kişiyi tanımış olmalısınız.(Eh, tanıyın bir zahmet sol köşede "kabak" gibi fotoğrafı var.) Morgan Freeman, Hollywood gibi kimilerinin tek düzeleştiği bir platformda kendisi olmayı bildi. Onun oyunculuğu sadece ben de mi bilinmez, kişide bir sükûnet ve rahatlama hissi uyandırır.Dingin ve genel anlamda içine kapanık rolleri kabul etmesinde de bu bilinç olmalı herhalde.Bu tarz roller için biçilmiş kaftandır Morgan Freeman.Mayfa filmleri için Robert De Niro neyse, Freeman da bu rollerin De Nirosudur.Mesela Driving Miss Daisy filminde Hoke adlı zenci taksi şoförünü, ondan daha iyi kimse oynayamazdı bu anlamda.Ben o rolde De Niro'yu düşünemiyorum.Onu da oynardı ama Morgan'ın yanında "o bile" sönük kalırdı. Laf arasında ben bir oyuncunun sinemadaki konumunu anlamak için onun oynadığı rolleri başka birinin de onun kadar iyi oynayıp oynamayacağına bakarım. Morgan’ın yaptığı hiçbir rol başka biriyle asla doldurulamaz, bu Robert De Niro bile olsa.



The Shawshank Redemption,Driving Miss Daisy
Seven
Morgan Freeman şöhrete yaşlı 
denebilecek bir yaşta kavuştu. İlk sanat yaşamı başlangıcı 60’lı yılların başlarına rastlamasına rağmen tanınması ve kabul edilen bir aktör olması 80’li yılların sonlarını buldu. 89’da Driving Miss Daisy’le yaptığı yükselişi 92’de bence çekilmiş en iyi western filmi Unforgiven izler ki, bu filmde canlandırdığı zenci kovboy karakteri bile bu çıkışı yapmasında yeterli olurdu. Daha sonra öyle bir film ki, benim repliklerini ezberlediğim, IMDB’de ve bazı sinema eleştirmenlerince en iyi film olarak kabul edilen The Shawshank Redemption’daki zenci mahkûm Red rolü ona ün kapısının altın anahtarını hediye etti. Kim unutabilir ağacın altında Andy’nin bıraktığı kutuyu açarken ki ürkek ve o tatmin edici rolünü, kim unutabilir, Andy’nin kaçtığı gece arka plandaki dışarıdan gelen, tedirgin ses tonunu ve hücresinde kan ter içerisinde  bekleyişini. Tek kelimeyle Red olan bir oyuncuydu o.Rolle bütünleşmek bir olmak işte bu dedirtmek, Freeman bunu bu filmde son haddinde yaptı. Bu yükselişe bir kat daha kremşanti döken Seven filmine değinmeden geçemeyeceğim. Buradaki Dedektif William Somerset rolü Red karakterinden hiçbir iz taşımıyordu. Başlı başına çok özgündü. Dedektif rolünü oyunculuğun ince köprüsünde tam dengede durarak mükemmel oynadı. Amistad’ta diğer bir mükemmel aktör Antony Hopkins ile çok iyi bir iş daha çıkardı. Sonra onun için sular biraz duruldu. Fakat orta seviye filmlerde oyunculuğuyla ön plana çıkarmayı bildi. Belki bunu kendini ispat etmek için de yapmış olabilir.’İyi bir film değildi ama Morgan yine harikaydı.’dedirtmek için oynamış olabilir bu filmlerde. Seneler sonra 2000’li yılların ortalarında öyle iyi iki-üç filmi var ki gerek konusuyla gerek yönetmeniyle çok iyi yapımlar. Bunlardan ilki Million Dolary Baby. Hayata küsmüş, eski şampiyon, zenci boksör Eddie rolünü Oscar’la taçlandırarak harika canlandırdı. Bu filmi ardından Danny The Dog’daki kör zenci piyanist rolü takip eder. Mükemmel sözcüğünü kullanmaktan bıktım, başka bir sözcük lazım bu rol başarısı için, ha! Buldum, şahane. Affınıza sığınarak bir film daha eklemek istiyorum. Bunu eklemezsem üstada saygısızlık olur. 10 Items or Less filmindeki zenci aktör rolü. Bu film fazla beğenilmedi çok bilen eleştirmenlerce ama bana çok şey anlattı. Film Morgan’ı anlatıyordu aslında. Bu otobiyografik gerçeği belki ben de kurgulamış olabilirim ama öyleydi.10 Parça ya da Daha az bana iletişim üzerine çok şey öğretti. Sonra üşünmezsem üzerine bir yazı karalayabilirim. Son yapımlarından The Bucket List, The Dark Knight, Maiden Heist filmleride zenci, yaşlı sinema kralının tacına takılan yeni zümrütlerdi.


Million Dolary Baby
Hobi olarak pilotluk yapan Freeman, ırkçılığa ve ötekileştirmeye karşıdır. Martin Luther King’in sıkı bir savunucusu olmasının yanı sıra, savaş karşıtı ve hümanisttir. Gönül ister ki bir gün otobiyografisini kaleme alsın.

Morgan Freeman bugün 73 yaşında,2008’de geçirdiği trafik kazası ardından sinemaya dört elle sarılmaya devam ediyor. Ümit ediyorum ve iyi filmlerini sabırsızlıkla, sağlıklar dileyerek bekliyorum.

                                            Red'in Tahliye Sahnesi




                                                            











26 Kasım 2010 Cuma

Güçlüysen sen haklısın, gerisi sadece teferruattır.

Tek taraflı yığınak yapmak, tek taraflı aşağılamak, çıkarlar için yapılanları kovuşturmak ya da görmezden gelmek, başkalarının üzerine yığmak, işlenen suçları büyüterek kendi suçlarını unutturmak tarih, özellikle 20.yy tarihi bunlardan ibaret.


 Bugün açıklama yapan Duma, Katin Katliamını Stalin ve Sovyet gizli servisinin yaptığını resmen kabul etti.1941-2010 aradan geçen onca yılda suç Nazilerin sırtına yıkılmıştı. Nasılsa 20 bin kişi daha pek fark etmezdi. Polonya’da astıklarına, kestiklerine 20 bin polon eklense ne olurdu. Fakat tarih öyle bir yargıç ki elinde sonunda gerçeği insanlık tarihine sunuyor.


Nazilerin soykırımı hep dillerde, ne zaman 2.Dünya savaşıyla ilgili bir belgesel izlesem, hep gözüme sokulur. Ama kimse o dönemde veya daha da öncelerde Sovyetlerin ya da ABD’nin yaptığı katliamları dile getirmez. Çünkü güçlü olanlar kuralları koyarlar. Sovyet Rusya yıkıldı, onun kuralları süpürgeyle kapı dışarı edildi. Çıkan pisliğin içindekiler yeni yeni ayıklanıp ortaya çıkıyor. Yarın bugün ABD güçten düştüğünde veya sona erdiğinde onun pislik artıkları da açığa çıkacak. Kızlıderililere yaptıkları, Irak’ta yaptıkları, Japonya’ya attıkları atom bombasının hesabı elbet sorulacak. Fakat ne yazık ki bunun sıkıntısını işi birinci elden yapanlar değil, onların meyvelerini yiyen nesilleri çekecek. Türkiye Cumhuriyeti güçlendiğinde kimse bize sözde Ermeni Soykırımını bir daha hatırlatmayacak, çünkü korkacak, Fransa’nın yaptığı gibi bizde her şeyi lehimize kullanacağız. Yapmadığımız soykırımı, yapmış olsaymışız o bile hiçbir şey fark etmeyecek. Güçlü olanlar kuralları koyar çünkü.


Soykırım ya da her ne kırımsa bir gücü ezmek için harika bir bahanedir. Hitler soykırıma başvurmayıp, sadece Alman ırkı üstünlüğünü ve bu inancını soykırımsız bir savaşla savunsaydı, bugün inanı bana 21.yy Almanyası ona tapıyordu. Hitler satrançta bir taşı yanlış oynadı, gücünü ispat etmeden erken hamle yaptı. Eğer savaşı kazanıp, Yahudileri harcasaydı. Kim şimdi güçlü bir Hitler Avrupa’ sına bunun hesabını sorabilirdi. İsrail kurulamazdı, binlerce insan belki de Arap-İsrail savaşlarında can vermezdi. Yanlış anlamayın Hitler’i asla savunmuyorum. Benim bahsettiğim şeytan değil, şeytana pabucunu ters giydirenler, şeytandan da daha şeytanca düşünebilenler.

Yani,güçlüysen sen haklısın, gerisi sadece teferruattır.