20 Ekim 2010 Çarşamba

Yoksul, sefil geçmişi arkasında, önden yüzüne vuran sıcak ışığa karşı gülümser, elinde bastonuyla




Genelde zıttı olmaz.Sanatçı içinden çıktığı koşullardan etkilenir.Gorki gibi yoksulluktan gelmiş ve ezilmişse ağlatmasını bilir,çok az gülümsetir.Çünkü o ,öyle büyümüştür.Kafasındaki tuval öyle çizilmiştir.Ondan farklı düşünemez.Bir de bu tür ezilmişlik ve yoksulluk çarkından savrularak gelen,yapması beklenenin aksine(ağlatmak),güldürmesini, hatta kahkahalar attırmasını bilenlerde vardır.Lakin bunlar bir elin parmaklarını da geçmez




Charlie’de böyledir. Londra’nın fakir varoşlarında, sinir hastası bir annenin refakatinde, kardeşi Sdneyle yaşam mücadelesi verir. Annesi geçirdiği bulanımdan dolayı çok geçmez deyim yerindeyse tımarhane kapatılır. Tek çare metresiyle birlikte yaşayan babasının yanına gitmektir. Fakat bu da uzun sürmez. Babası henüz 37 yaşındayken alkolizmden hayatını kaybeder. Küçük yaştaki Charlie ve Sdney annelerinin de acı kaybının ardından Workhouse adında, o dönemin kötü ün yapmış bakımevine gönderilirler. Zordur bu dönemler Charlie için, gerçekten çok zor.

Charlie Chaplin sinemanın güldüren yüzüdür, böyle bilinir. Ama biraz derine inildiğinde onun gözlerindeki buğuyu hissetmek mümkündür. İnsanda farklı duygular uyandırır, onun bakışları. Sanki hep unutulan, gömülen şeylerin ardından gülümser. Köpeğini kaybetmiş bir çocuğun, babası tarafından güldürülmesi gibi gülümser. The Kid filminde de fakir semtlerde elinde yoldan bulduğu bebekle sokak sokak dolaşırken, aslında bir dram izletir seyirciye, ağlatmayan güldüren bir dram.The Kid’teki o küçük sevimli sarışın çocuk,Charlie’nin çocukluğudur aslında,Filmde biri yetişkin, diğeri  küçük iki Charlie farklı bir sunumla yine Chaplin tarafından izletilir bizlere.

Charlie geçmişinden beslenir herkes gibi. Yoksul, sefil geçmişi arkasında, önden yüzüne vuran sıcak ışığa karşı gülümser, elinde bastonuyla.

City Lights’da aşık olduğu kör kız için çabalar didinir. Fakirlikle, yoksulluğu fakir edebiyatı yapmadan inceler. Masum insanları fazlaca yüceltmez, zenginleri fazlaca aşağılamaz. Modern Times’da da sistem eleştirisi yapar. Dişlilerin çarkları arasında otomatikleşmiş insanları sunar bizlere. Uyanık Amerikalılar fark eder ve onu komünist olmakla suçlar. Ülkelerine almazlar. Hayır,  o ne bir komünist, ne kapitalist, ne de başka bir şeydir. Sinema aşığı, güzel sonların adamı, yoksulluğu acındırmadan anlatan, saf ve o bir kadarda karmaşık Chaplin’dir sadece.

Charlie sözünü sakınmaz. Laf sokacaksa, bunu bile güldürerek yapar. The Great Dictateur filminde Hitler’ i elinde balondan yapılmış dünyayla, tatlı tatlı hayaller kurarak, dans ederken tasvir eder. Hitlerle dalga geçmeden dalga geçer. Filmlerinin yönetmeni de odur, senaristi de oyuncusu da. Tüm filmleri her şeyiyle ona aittir. Filmleri için çok çabalar, metrelerce film harcar. Sonunda olana kadar çeker. Denenmemiş teknikleri dener. Bunu ne ödül için, ne şan için, ne de başka bir çıkar için yapar. Chaplin’in tek çıkarı kendini anlatmaktır.

İnsanlar gülerken zihin kapıları biraz daha aralanır ve fikirler içeri daha da rahat girer. Charlie bunu keşfedeli yüz yıl oldu. Başarısının ince sırrı da burada. Onun filmlerinde senaryo gayet anlaşılır ve basittir ilk etapta. Fakat onun denizi sadece yüzeyden ibaret değildir. Derinlerine nefesinizi tutarak inmeniz gerekir. Charlie Chaplin gibi bir değer gerekli saygıyı her zaman, her yerde görecek. Renkli filmler çekildi, o unutulmadı. Üç boyutlu filmler çekilecek yine de unutulmayacak. Onun üslubunu, duruşunu yerli yerinde ayakta duran heykelini kimse kaldırmayacak. O bunları bilerek mi öldü bilemiyorum ama şu anda onun ölümünden  30 yıl sonra bile Türkiye’de sinema üzerine pekte bilgisi olmayan biri bile onun adından gülümseyerek  söz ediyorsa, ne mutlu ona,ne mutlu bana.



14 Ekim 2010 Perşembe

Durmak Yok,Efsaneye Devam

                                                     
Efsane Avcıları belgesel dizisini bilmeyenler olabilir. Discovery Channel’de yayınlanan,  Adam Savage ve Jamie Hyneman tarafından hazırlanan program eski yeni tüm mitleri topluyor, toplamakla kalmıyor, teste tabi tutuyor. Her bölümde farklı efsanelerin ilgi çekici noktalarını ekrana taşıyorlar. Çok başarılı bir program ve reytinglerde genelde birinci olmaları işlerini iyi yaptıklarının en açık kanıtı. Bu başarının sırrı işini iyi bilen Adam ve Jamie’nin bilgi ve becerilerinde saklı. Adam,  Star Wars gibi filmlerde, özel efekt uzmanı olarak görev almış, Jamie ise dünya çapında küçük robot yapımıyla ün salmış bir zeka. Başarılarındaki diğer sırsa çok iyi birer dost olmaları. Adam Jamie’ye "Dare Jamie"diye hitap eder. Birbirlerinin her türlü eşek şakalarına ve takılmalarına katlanırlar. Bu iki insanın ortak paylaşımları ve birbirlerine verdikleri değer bu programın iyi mayalanmış hamurlarından biri olmasaydı, program bu kadar uzun süre yayın hayatına devam edemezdi. Bunun en açık ispatı Efsane Avcılarının başarısından sonra Discovery’de yayınlanan diğer bu tür belgesel serilerinin pek de tutmamış olması, birçoğu yayından ya kalktı, ya da ara verdi. Mythbusters gibi bir rakibin bileğini bükmek hiçte kolay bir iş değil.
Programın mantığı şöyle, bir mit bulunur, birkaç farklı şekilde test edilir ve bir araya gelinerek mitin mümkün mü, onaylanmış mı, yoksa avlanmış mı, olduğu konusunda mutabakata varılır. Bir kaç miti ve ulaşılan sonuçları belirtmek istiyorum:

Silahla ateş edildiğinde bir adamın geriye doğru fırlayarak yere düşmesi miti: Avlandı(yani mümkün değil)

Sırtınızda bir kayık ile suyun dibinde yürüme miti: Avlandı(Karayip korsanlarında vardı bu sahne)

Bir arabanın yakıt deposuna ateş ederek havaya uçurma miti: Avlandı

Yakıtı sızan bir arabanın uzaklaşırken yere akan benzinin tutuşturarak, hareket halindeki arabayı havaya uçurması miti: Avlandı

Bir tabur askerin aynı anda, bir köprünün üzerinden geçerken, köprüyü yıkması miti: Mümkün

Havaya atılan paranın vurularak, ortasında delik açma miti: Onaylandı(Paranın madenine göre değişiyor)

İskambil kâğıdıyla adam öldürme miti: Avlandı

İçi helyum dolu olan bir futbol topunun daha uzağa gitmesi miti: Avlandı

Adam atan mancınık miti: Avlandı

Bir kontrplakla çatıdan aşağı süzülerek yere sakince inme miti: Avlandı

Uygun ses frekansıyla bardak çatlatma miti: Onaylandı

Göğüslerinde silikon olan bir bayanın, yüksek irtifada silikon göğüsleri patlar miti: Avlandı

Alnına belirli aralıklarla sürekli su damlatılan biri için bu bir işkence midir miti: Onaylandı

Alcatraz’dan kaçılabilir mi miti: Mümkün(Bunu gerçekten buz gibi suda denediler.)

Arabaya bırakılan bir adet çakmak yangın çıkartır miti: Avlandı(Daha sonra birçok çakmakla ve özel bir ısıtıcıyla denediler, o zaman oldu tabi. Araba cayır cayır yandı.)

Dişinizdeki dolgunun bir radyonun frekansını alması miti: Avlandı

Buzdan yapılmış bir mermiyle birine öldürme miti: Avlandı

Biri oku başka bir okla vurarak boylu boyunca ikiye ayırma miti: Avlandı

Bir arabanın yakıt deposuna şeker boşaltırsanız patlar miti: Avlandı

Bir asansör aşağıya doğru düşerken, tam yere çarpma anında zıplarsanız hayatta kalırsınız miti: Avlandı

Bitkilerle konuşmak onların daha çabuk büyümesine yardımcı olur miti: Mümkün(Evet, bende çok şaşırmıştım.)

Votka ayak kokusuna iyi gelir miti: Onaylandı

Ve daha yüzlerce mit Efsane Avcılarında…



12 Ekim 2010 Salı

Ego'ya Selamlar

                                                              
İnsanlar birbirlerini eleştirmekte özgür, fikrini bir şey üzerinde belirtmekte özgür.Tabi ki bunlar doğal hakkımız fakat asıl alıcı noktaysa  eleştirmek için eleştirmek.


Olumlu eleştiri olur mu? Zaten eleştiri sözcüğü kelime manası olarak hem olumlu hem de olumsuz manasını bünyesinde barındırıyor. Ama ne yazık ki, Türkiye’de aydın geçinen, kendini entelektüel kimliğiyle topluma ispatlamış bazı insanlar bile bunu anlamaktan aciz. Onları anlıyorum, bir şeyi beğenirse  ya da onaylarsa onayladığı şeyin tarafına geçmiş olur ki, bu da onun durumu,duruşunu zedeler.Bir şeyi beğenir ama arkadaş(yandaş,iş veren,artık neyse) topluluğu onun beğendiği şeyi beğenmezse,aman Allah rezil olur,yıpranır.


Eleştirme üzerine hayatımda okuduğum, izlediğim sanat eserlerinin bazılarında dahi bulamadığım nüansı Ratatouille animasyon filminde Anton Ego’nun eleştiri yazısında buldum. Aynen şöyleydi:

 Bir eleştirmenin işi birçok açıdan kolaydır. Çok az şeyi riske eder ve kendimizi kararımız için çabalayan ve didinen insanlar daha yüksek bir noktada görürüz. Yazması ve okunması kolay olumsuz eleştirilere besleniriz. Ancak yüzleşmemiz gereken acı bir gerçek var. Genel tabloya baktığımız zaman kötü bir yemek bile onun öyle olduğunu belirten yazımızdan çok daha anlamlıdır. Ancak bazen bir eleştirmen risk alır ve yeni olanı keşfedip savunur. Dünya yeni yeteneklere ve yaratımlara hoşgörüsüzdür.


Güzel söylemiş değil mi?

9 Ekim 2010 Cumartesi

Üstat Reza Deghati

                                                        
Onun fotoğrafları bu dünyaya ait değil, çektiği portreler sanki bu dünyadan çok uzaklarda çekilmiş gibi… Reza benim için dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri. Fotoğraflarındaki duruluk,sessizlik,insanın insana anlatımı harikulade.Onun fotoğrafları sessizliğin içindeki sesi size duyurur.Duygular öyle bir geçer ki size,artık o bir Reza fotoğrafı değil,sizin gözünüz,sizin gördüğünüzdür.


Asıl mesleği Mimarlık olan Reza’nın, fotoğraf sanatına aşık olmasının sebebi aslında mesleğinde yatar. Mimarlık mesleğini fazla yapmamış olmasına rağmen, görsel zekasını, duygularını ve hislerini fotoğraf sanatı için kullanmış. Bunda da iyi etmiş açıkçası.

Fotojournalist olarak yıllarca Natıonal Geographic için çalışan Reza, bu sayede dünyanın dört bir yanını gezmiş, binlerce, on binlerce insan manzarasını bize sunmuş bir sanatkar olmasının yanı sıra, UNİCEF gibi yardım kuruluşları için çalışmış, fotoğrafın ne demek olduğu bilinmeyen yerlerde, fotoğraf kursları açmış bir gönüllü de aynı zamanda. Zaten duyarsız olan bir yüreğin,bu fotoğrafları çekmesi mümkün olamazdı.
Bir fotoğraf sanatçısı anlatılarak tam olarak tarif edilemez. Fotoğraflarını, işlerini görmek gerekir. Alt kısımda vermiş olduğum linklerden bir üstadı ziyaret edip, selamlayabilirsiniz.

7 Ekim 2010 Perşembe

Wag The Dog

                                                                                                       
"Köpek niçin kuyruğunu sallar. Çünkü köpek,kuyruğundan daha akıllıdır. Eğer kuyruk daha akıllı olsaydı, kuyruk ,köpeği sallardı."Filmin daha başında geçen bu sözler aslında tüm  filmi özetleyecek nitelikte.Galiba bu yüzdendir,film  Amerika  Birleşik Devletlerinde fazla beğenilmedi.Savaş Tanrısı filminde de olduğu gibi ne zaman Amerikalı büyüklere tabiri caizse laf sokulsa ,film ne kadar iyi olursa olsun hak ettiği yeri bir türlü bulamıyor.

Filmin konusu  hafif  Bill  Clinton'ın maceralarını anımsatsa da,filmde sözü  edilen başkan bu işin üzerini örtmekte bir hayli başarılı.Film  kısaca Beyaz Saray'a gelen ponpon  kızlara tacizde bulunan Amerikan başkanının bir şekilde bu işten yakasını sıyırma çabaları üzerine kurulmuş.İşin kötü yanı da Amerika'daki seçimlere az bir zamanın kalması.Bu sıyrılma  işini   Conrad  Brean(Robert De Niro) adında bir gazeteci üstleniyor.

 “Medyanın gücü adına !” diye haykırmaya yol açacak cinsten bir film. Conrad’ın ilk işi  Hollywood'un ünlü yapımcısı Stanley Motss’un (Dustin Hoffman) kapısını çalmak.Stanley’i ikna etmek o kadar da kolay değil.Fakat Conrad, onu  vaatleriyle(ün,şan.şöhret) ikna etmeyi(kandırmayı) başarıyor.Ne mi yapıyorlar?Sanal savaş daha doğrusu uydurma bir savaş desem.Öncelikle savaş yapılacak bir devlet  bulunuyor.Neresi mi?Arnavutluk.Neden mi?Bunun sebebini  Filmdeki  Conrad ile Beyaz Saray Basın ilişkileri sorumlusu Winifred Ames(Anne Heche)arasında geçen konuşmalar çok güzel açıklıyor:

Winifred şaşkın bir şekilde: Arnavutluk mu? Diye sorar havalimanında bir yandan koşar adımlarla yürürken.
Conrad: Evet.
W:Neden?
C:Neden Olmasın? Ve ekler: Onlarla ilgili ne biliyorsun?
W:Hiçbirşey.
C:Güzel işte, sinsi olabilirler, soğuk olabilirler…
W.Evet ama bize ne kötülük yaptılar.
Conrad: Ne iyilikleri oldu ki? Der ve işin detayına geçerler.

Ardından Arnavutluğa sudan  sebepten hayali bir savaş açılır.Sahte çekimler yapılır,savaş fotoğrafları yayımlanır.Amaç,Amerikan kamuoyunu iki hafta boyunca savaşla uyutup,başkanın  skandalının ortaya çıkmamasını sağlayarak,seçimleri kazanmak ve film  bu çaba üzerine kurulup ilerler.Şimdi düşünüyorum da,filmin şöyle harika bir senaryosu  yok fakat Barry Levinson Amerikan siyaseti ve medya ilişkileri üzerine  gayet güzel, iğneleyici bir iş çıkarmış ortaya.Oyunculuklar hakkında konuşmama gerek var mı,bilemiyorum ama Robert De Niro  “ya bu adam her rolü beceriyor” dedirtiyor yine.Conrad  karakterinin umursamaz ama bir o kadar da ne yaptığını bilen,yer yer tatlı dille,yer yer ciddi,zaman zaman  bıyık altı  tehdit edici karakteristik  unsurlarını harika bir şekilde yansıtmış perdeye.Stanley karakterin de ise Dustin Hoffman,hayatta paraya doğmuş,bunun yanı sıra halka kendini tanıtmak,ispatlamak isteyen takıntılı film yapımcısı rölünü tam  tadında gerçekleştiriyor.Ne diyeyim daha,alın izleyin derim . İyi Seyirler.