Toplumda
her zaman bir öteki vardır. Bu sanırım kaçınılmaz bir olgu; nicelikte fazla
olan taraf, kendi gibi olmayan, ona göre daha az sayıda birey barındıran grubu
dışlama eylemi gösteriyor. Kimisi işi abartıp dışlamanın ya da günümüzün moda
tabiriyle “ötekileştirme”nin ötesine geçerek azınlıkta kalan grubun mülkiyet
hakkına hatta yaşam hakkına bile tecavüz edebilecek noktalara gelebiliyor. İşte
toplumlar günümüzde bu hengâmenin ortasında, kendi varlıklarını sorgulamanın ve
diğerini anlayabilmenin yetisini kazanmak için ufakta olsa bir hareketin içine
girmiş durumdalar. Fakat bu hareket o kadar çelimsiz kalıyor ki 19. ve 20. Asırlarda
büyük çapta şekillenen ulus-devletler artık kendi “Hayali Cemaatleri”nin
temellerini aydınlatabilmenin, inşası uğruna harcadıklarının ve
harcattıklarının bedelini sorgulamanın eşiğine henüz tüm bu nitelikli
kıpırdanmalara rağmen gelebilmiş değiller. Kıpırdanmaların verdiği umutla; en
azından günümüz Türkiye’sinde bunun peşinde koşan ve toplumu revizyonist bir
bakış açısıyla öğretilen-belletilenlerin alanı dışında görebilmek için çaba
harcayan insanlar var ve umarım bu münferit hareketler tüm toplumun hastalanan
hücrelerine sirayet ederek, “yeni bir şeylerin” ortaya çıkmasına ön ayak
olabilirler.
Şu
anda içinde yaşadığımız ulus-devlet ise kendini inşa etme sürecinde öyle ya da
böyle kendisi gibi olmayanı dışlama eğilimine kapıldı. Onun gibi olmayanı zaman
zaman “düşman” ya da “hain” ilan ederek kapı dışarı etmenin veya “haddini
bildirmenin” yollarını aradı. Bundan en çok etkilenenler ise tabi olarak
Türkiye’deki gayrimüslimler oldu. Özellikle Ermeniler ve Rumlar yoğun ve
kalabalık bir nüfusa sahip oldukları için bundan kıyasıya etkilendiler.
Hepimiz
sosyal hayatın içinde varız. Yani bir ormanda yalnız başına yaşadığınızda kimliğinizin
hiçbir önemi yoktur. Size toplumda bilinçli ya da çoğu zaman bilinçsiz olarak
ne olduğunuza göre bir kimlik verilir. Sosyal hayatta gayrimüslim olmak ise
işte tamda bu size verilen kimliğin başkaları tarafından yorumlanması sonucunda
ortaya çıkar. Sözgelimi ahlaksız bir Ermeni, sırf Ermeni kimliği dolayısıyla
böyledir gibi bir görüş o bahsi geçen Ermeni’nin kişisel özelliklerinden, yani
“ben” in den bağımsız olarak şekillenir, biçimlendirilir. Kişiyi birey olarak nitelendirmekten önce
Ermeni olarak değerlendirmek ve ona göre bir tavır almak ise nitekim patolojiktir.
“Ben hayatımda hiç Ermeni görmemiştim” diyerek bir Ermeni’ye yaklaşan bireyin
zihnindeyse bu patolojik rahatsızlık iyice açığa çıkıp sözel olarak ifade bile
bulabilir.(Ne bekliyor ki.) Ya da “sen Ermeni misin? gibi bir soruyla
karşılaşan Türk’ün “estağfurullah “ cevabını vermesi de yine aynı hastalığın
nüksetmesinden başkaca bir şey değildir. Sonuçta insana yaklaşımda kimi
kesimlerin zihniyetlerinin tedavisi bu nedenle çok elzem görünüyor toplumun
genel sağlığı için.
Toplumun
kabullerine göre biçim alan ve devamlılığını onun üzerine kuran siyaset kurumu
ise yeni bu zihniyet tedavisinin neticesine bağlı olarak yeni bir düzeye
gelebilir. Demokrasiyi sadece kendi için istemeyen herkes için isteyen
bireylerin meydana getirdiği bir toplumda azınlıklar ya da ötekileştirilenlerde
seslerini duyurabilecek bir özgürlüğe kavuşabilirler. Siyasi partiler pragmatik
bir yaklaşımla ilkesiz ve vurdumduymaz davranarak salt rey için bunu görmezden
gelirler, kendi kadrolarını zaten oy gelmez mantığı çevresinde bu kesimlere
kaparlarsa ortaya vahim sonuçlar çıkar. En azından demokratik ülkelerde temel
değerlerden biri olması gereken çoğulculuk yerine çoğunlukçu bir zihniyet
siyasete egemen olursa vaziyet o ülkedeki herkes için çok kötü olur. Bir
ülkedeki demokrasinin durumunu ve kapsamanı ölçmenin en iyi yolu bünyesinde barındırdığı nicelikte azınlıkta
kalan kesimlerinin de kendilerini hiçbir engel ya da dışlama olmadan özgürce
ifade edebilmeleri oranında ölçülür. Buradan aldıkları geçer not öyle ya da
böyle ülkenin durumunu gözler önüne serer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder