17 Ekim 2012 Çarşamba

Öteki


Toplumda her zaman bir öteki vardır. Bu sanırım kaçınılmaz bir olgu; nicelikte fazla olan taraf, kendi gibi olmayan, ona göre daha az sayıda birey barındıran grubu dışlama eylemi gösteriyor. Kimisi işi abartıp dışlamanın ya da günümüzün moda tabiriyle “ötekileştirme”nin ötesine geçerek azınlıkta kalan grubun mülkiyet hakkına hatta yaşam hakkına bile tecavüz edebilecek noktalara gelebiliyor. İşte toplumlar günümüzde bu hengâmenin ortasında, kendi varlıklarını sorgulamanın ve diğerini anlayabilmenin yetisini kazanmak için ufakta olsa bir hareketin içine girmiş durumdalar. Fakat bu hareket o kadar çelimsiz kalıyor ki 19. ve 20. Asırlarda büyük çapta şekillenen ulus-devletler artık kendi “Hayali Cemaatleri”nin temellerini aydınlatabilmenin, inşası uğruna harcadıklarının ve harcattıklarının bedelini sorgulamanın eşiğine henüz tüm bu nitelikli kıpırdanmalara rağmen gelebilmiş değiller. Kıpırdanmaların verdiği umutla; en azından günümüz Türkiye’sinde bunun peşinde koşan ve toplumu revizyonist bir bakış açısıyla öğretilen-belletilenlerin alanı dışında görebilmek için çaba harcayan insanlar var ve umarım bu münferit hareketler tüm toplumun hastalanan hücrelerine sirayet ederek, “yeni bir şeylerin” ortaya çıkmasına ön ayak olabilirler.

Şu anda içinde yaşadığımız ulus-devlet ise kendini inşa etme sürecinde öyle ya da böyle kendisi gibi olmayanı dışlama eğilimine kapıldı. Onun gibi olmayanı zaman zaman “düşman” ya da “hain” ilan ederek kapı dışarı etmenin veya “haddini bildirmenin” yollarını aradı. Bundan en çok etkilenenler ise tabi olarak Türkiye’deki gayrimüslimler oldu. Özellikle Ermeniler ve Rumlar yoğun ve kalabalık bir nüfusa sahip oldukları için bundan kıyasıya etkilendiler.

Hepimiz sosyal hayatın içinde varız. Yani bir ormanda yalnız başına yaşadığınızda kimliğinizin hiçbir önemi yoktur. Size toplumda bilinçli ya da çoğu zaman bilinçsiz olarak ne olduğunuza göre bir kimlik verilir. Sosyal hayatta gayrimüslim olmak ise işte tamda bu size verilen kimliğin başkaları tarafından yorumlanması sonucunda ortaya çıkar. Sözgelimi ahlaksız bir Ermeni, sırf Ermeni kimliği dolayısıyla böyledir gibi bir görüş o bahsi geçen Ermeni’nin kişisel özelliklerinden, yani “ben” in den bağımsız olarak şekillenir, biçimlendirilir.  Kişiyi birey olarak nitelendirmekten önce Ermeni olarak değerlendirmek ve ona göre bir tavır almak ise nitekim patolojiktir. “Ben hayatımda hiç Ermeni görmemiştim” diyerek bir Ermeni’ye yaklaşan bireyin zihnindeyse bu patolojik rahatsızlık iyice açığa çıkıp sözel olarak ifade bile bulabilir.(Ne bekliyor ki.) Ya da “sen Ermeni misin? gibi bir soruyla karşılaşan Türk’ün “estağfurullah “ cevabını vermesi de yine aynı hastalığın nüksetmesinden başkaca bir şey değildir. Sonuçta insana yaklaşımda kimi kesimlerin zihniyetlerinin tedavisi bu nedenle çok elzem görünüyor toplumun genel sağlığı için.

Toplumun kabullerine göre biçim alan ve devamlılığını onun üzerine kuran siyaset kurumu ise yeni bu zihniyet tedavisinin neticesine bağlı olarak yeni bir düzeye gelebilir. Demokrasiyi sadece kendi için istemeyen herkes için isteyen bireylerin meydana getirdiği bir toplumda azınlıklar ya da ötekileştirilenlerde seslerini duyurabilecek bir özgürlüğe kavuşabilirler. Siyasi partiler pragmatik bir yaklaşımla ilkesiz ve vurdumduymaz davranarak salt rey için bunu görmezden gelirler, kendi kadrolarını zaten oy gelmez mantığı çevresinde bu kesimlere kaparlarsa ortaya vahim sonuçlar çıkar. En azından demokratik ülkelerde temel değerlerden biri olması gereken çoğulculuk yerine çoğunlukçu bir zihniyet siyasete egemen olursa vaziyet o ülkedeki herkes için çok kötü olur. Bir ülkedeki demokrasinin durumunu ve kapsamanı ölçmenin en iyi yolu  bünyesinde barındırdığı nicelikte azınlıkta kalan kesimlerinin de kendilerini hiçbir engel ya da dışlama olmadan özgürce ifade edebilmeleri oranında ölçülür. Buradan aldıkları geçer not öyle ya da böyle ülkenin durumunu gözler önüne serer.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder