Masada
oturan uzun saçlı, esmer genç bıkkın fakat samimi bir ses tonuyla konuşmasını
sürdürdü.
“Şimdi öyle
bir yerdeyim ki Araf gibi. Şu yaşamımda sıkışmış gibiyim. Hayata tutunmam
gerekirken kendimi koyveresim yorganlara sığınasım geliyor. Fakat aynı zamanda
bazen içime tarifi olanaksız bir yaşama isteği doluyor, bu yaşama coşkunluğunu
beni kıvrandıran bir başarma isteği takip ediyor. O kadar dengesizim ki, o
kadar yabancıyım ki kendime, tanıyamıyorum bir türlü kendimi. Saklanıyorum kendimden,
ben kendimi dahi anlamıyorum abi. Zihnim hallaç pamuğundan daha da karışık.
Çıkamıyorum işin içinden. Hareketlerim ve tavırlarım da zaman zaman
dengesizleşiyor. Düşünceler ve hisler uçuşuyor zihnimde ama gel gör ki sadece
uçuşuyor konacak tek dam da bulamıyor üstelik.”
Çay
tabağının dibinde kalmış soğuk çayı içtikten sonra elindeki boş bardağı
bırakmadan sürdürdü konuşmasını,
“Geleceğimden
de ödüm kopuyor, korkuyorum. Hayatta kalmam ve bir yerlere gelmem için bedel
ödemem lazım ama o bedeli ödeyecek enerji ve istekten yoksun gibiyim. Yaşanacak
yıllar beni tedirgin ediyor, korkuyorum arkadaşım.”
Beriki
kumral genç, arkadaşını çok iyi anlamış gibi yaparak biraz bilmiş biraz da
teselli ihtiva eden bir tavırla sigarasını kül tablasına koydu, dudaklarını yalarken,
“Tabi,
haklısın ama bence bunları boş ver. Ne yapacaksın yarın ki sınavda. AH! Hoca
bir test yapsa da yırtsak şu dersten de.” Sakalını okşayarak, “Yeni sakal
sitilim yakışmış mı? Eee, tabi yakışacak, kaliteli bir kuaföre gittim, biraz
pahalıydı ama adam işi biliyor yani. Benim şu sakalları adam etti” diyerek
çayını içmeye koyuldu. Bu esnada şekeri az gelmişliğinden olacak yüzünü
buruşturarak, “Yani senin de şu saçlara baktırman lazım artık arkadaş. Hafta
sonu götüreyim seni de bizim berbere.”
Esmer genç
kahvenin dışına bakıyordu arkadaşı konuşurken. Neden sonra çok sevdiği bir şeyi
kaybedip bulmuş gibi bir coşkuyla sessizliği bozdu,
“Evet,
sanırım bir bunalımdayım. Gençliğin verdiği bunalımlar, İşime gücüme
bakmalıyım. Baksana şu yağmur güzelliğine. Okuluma gidersem kendimi işe güce verirsem fazla bir
şeyim kalmaz. Şeytan avareliği sever derler… Ama kahretsin ki kendimi böyle
şeylerle kandırmaya çalışsam da olmuyor, Off! Mutlu muyum? Hayır, bilmiyorum.
Belki, evet. Kendimi bilmiyorum. Ne istiyorum ben, mutluluk mu, başarı mı,
belki kadındır he! Ne istiyorum! Ömrüm nasıl olacak, nasıl olmalı.” Bir süre
dalgın ve anlamsız gözlerle duraksadıktan sonra, “Bak, şu çay bile beni mutlu
edebiliyor. Bir yudum çay.”
Kumral genç bu sohbetten çok sıkılmıştı. Arkadaşındaki
psikolojik rahatsızlığın farkındaydı son birkaç aydır. Bu düşüncelerle konuyu
değiştirmek için, “Bak çayında bitmiş, bir tane daha söyleyelim... İki çay daha
lütfen... Bak oğlum gel bu akşam kafaları çekelim. Senin demlenme vaktin
gelmiş, gel bize. Belki başka şeylerde vardır ben de.” Bunu derken gizli bir
sırrını açıklamış gibi sinsi sinsi sırıtıyordu.
Esmer genç arkadaşının bu sözlerine sitemkâr lafını bölerek, sinirle, “Sen bir ödleksin,
kaçıyorsun, kaç bakalım, içip kendini uyuşturuyorsun, bunu da ancak korkaklar
yapardı. Ne mutsuz sizin gibilere. Bir balonda yaşayanlara ne mutsuz. Sizin
gibiler yaşadığını uyuştuğu anlarda anladığını zanneder. Yükten kaçanların
uyuşukluğu, ne trajikomik!” Bir süre duraksadıktan sonra, “ Uyuşmayanları da
aptal ya da depresyonlu insanlar muamelesi yaparsınız. Sizin doktorlarınız bu
aptallara uyuşması için sakinleştirici verir. Ben ödleğim ama siz daha
ödleksiniz, kendinden kaçmak, arkadaş çevrelerinde kendini kandırmak, alkol,
uyuşturucu. Hayatını yaşamak değil mi tüm bunlar sana göre. Eğer yaşamak böyle
bir şeyse ben almayayım arkadaş, bırakın aptal kalayım.” Son sözleri ayakta
söylemişti. Tam çıkmak üzereyken arkadaşını bir kez dönüp baktı. Ardından
kahvenin kapısını hışımla çarparak gözden kayboldu.
…
Kumral
arkadaşının hesabı kendine yıkmasından rahatsız masada yalnız kaldı birkaç saat
daha. Neden böyle çekip gitmişti. Yok, arkadaş bu adamın bir sakinleştirici
alması lazımdı. Böyle aptal, abdal da yaşanmazdı ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder