22 Mart 2012 Perşembe

"Bu Macerayı Çok Güzel Bir Şekilde Yaşadım."

Bir İsmail Cem Anlatısı
-Fotoğraf sanatçısı, siyaset adamı, yazar ve gazeteci olarak İsmail Cem-

Fotoğrafı bilen ve yaşayan bir kişinin insana duyarsız olması beklenemez. “Fotoğraf, insanları insanlara, insanı da kendisine tanıtan araçtır.” Bu yaklaşımla olayları anlamlandırabilen kimse siyasi hayatında da bunu gözetir ve uygular. İsmail Cem’de işte tam olarak buna vakıf bir entelektüel-siyasiydi. Siyaseti kendi için değil toplum için yapmak, sosyal bir sağduyuya ve vicdana sahip olmak. Nasıl söylemeli, siyasi hayatını aydın kimliğiyle ile bu kadar başarılı yürüten başka politikacı görmüş müdür bu topraklar? Cem kafasındaki aydın siyasetçiyi şöyle anlatıyor Ben böyle veda etmeliyim de; Zaten bence yazarların, siyasetçilerin hayatın zorlu tarafıyla mücadele edenlerin mutlaka bir noktada sanat duyarlılığı olması lazım. Çok iddialı olmak şart değil, elbette ama ya sanatla ilgilenmeli; mesela heykel konusunda ciddi bir izleyici olmalı yahut çok iyi bir sinema izleyicisi olmalı ya da fotoğraf gibi daha kolay bir alanda öyle büyük iddialarla değil de hiçbir komplekse kapılmaksızın kendi yaratıcılığını ortaya koymalı.

Cem hayatında fotoğrafa çok önem vermiş, deyim yerindeyse onda bir iptila halini almış bu. Hastalığının seyri değişip, günlerinin büyük kısmını evde yatağında geçirmeye başlayınca müdavimi olduğu National Geographic’te doğa belgesellerindeki hayvanların fotoğrafları televizyondan çekmeye başlamış. Fotoğrafa, sanata bu kadar tutkun bir ruh için ne büyük bir ıstırap. Sağlığında New York’u, İtalya’yı, Hindistan’ı ve dünyanın dört köşe bucağını gezen Cem için bu günler çok zor geçmiş olmalı.

İsmail Cem için entelektüel terimini kullanmamın diğer önemli bir dayanağı ise ilki 1970 senesinde sonuncusu ise 2007’de yayınlamış olan sayısı 16’ya ulaşan el emeği göz nuru kitapları. Robert Koleji mezunu ve Lozan’da hukuk eğitimi alan Cem’in bildiği iki dilin de faydasını unutmamak lazım. Türkçe ’ye çevrilen kitapların sayısı şimdiki kadar olmadığı dönemlerde akademik düzeyde yabancı dil konuşup, okuyabiliyor olmak İsmail Cem’in birikim dünyasına çok büyük katkıları olmuş. Bir başucu kitabı niteliğindeki Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi’ni henüz 30 yaşındayken kaleme alan Cem, vefatına kadar özellikle sosyal demokrasi ya da demokratik sosyalizm üzerine Türkiye’deki en nitelikli eserleri ortaya çıkarmayı başarmış bir isim aynı zamanda. Salt sosyal demokrasiye ve Türkiye’nin bu açıdan analizine odaklandığı Sosyal Demokrasi ya da Demokratik Sosyalizm Nedir,  Ne Değildir’i ise Paris’te yüksek lisans yaparken 40’lı yaşlarındayken yazar. Okuma ve yazma aşkı o kadar ileri seviyededir ki 1995 senesinde kaleme aldığı bir anlamda kendisini tanımladığı şiirindeki ikinci satırda hayat bulur bu tutkusu.

Masamın üzerinde,                                                                                                                                                                    Dünden kalan işler,                                                                                                                                 Tamamlanmamış yazılar,                                                                                                                           Okunmayı bekleyen kitaplar                                                                                                                                    Ve anılar ve umutlar…   

İsmail Cem yazılarını sadece kitapları için yazmadı. Uzun yıllar gazetecilikte yaptı aynı zamanda. Gazeteciliğe ise kuzeni Abdi İpekçi’nin yanında başlar, söylemeden atlanmaması gereken diğer bir anekdot da İsmail Cem’in İpekçi soyadını yazılarında ve haberlerinde kullanmamaya başlaması. Gazeteciliğe giriş yaptığı 1963 senesinde o zaman Milliyet gazetesinin başında Abdi İpekçi vardır ve İpekçi, Cem’in yazılarında soyadını kullanmasını istemez. Bu torpil ve kayırma korkusu nedeniyle Cem, yazılarını İsmail Cem adıyla imzalamaya başlar ve bu bir alışkanlık halini alınca İpekçi soyadı unutulup gider. Cumhuriyet gazetesindeki görevinden sonra TRT genel müdürlüğüne atanır. Kanalı bir halk üniversitesine dönüştürme ve devlet memuru zihniyetinden sıyırmaya çalışan Cem’in önüne sudan sebeplerden engeller çıkartılır. Her ne olursa olsun 1975 senesinde kanal Avrupa'nın en iyi 5.  Televizyon Kanalı seçilir. Fakat Türkiye’deki siyasi çevrelerin tezgâhladıkları oyunlardan bıkıp usanır. Ancak kolay  pes etmez. Görevinden Cumhurbaşkanlığı tarafından ihraç edildiğinde “hak ve hukuk” için Danıştay’a başvurur. Danıştay kararı bozar. Göreve yeniden döndüğünde ise TRT’den artık iyice soğumuştur ve toplumun İsmail Cem’e desteğine rağmen artık başka dönüm noktasına gelinmiştir. Haluk Şahin, Hıfzı Topuz ve Mehmet Barlas ile birlikte yaşarlar bu dönemi. (Şahin’le  “İsmail Cem ve TRT Yılları” üzerine yaptığım röportaja yazının sonunda yer vereceğim.)

Söylemeden de geçmek olmaz kısa da sürmüş olsa Paris’e yerleşmek zorunda kalır bu ara dönemde Cem. İpekçi’nin suikastı ertesi ortaya çıkartılan kendisine yönelik aslı olan saldırı tehlikesi üzerine Paris’e gider. Kendisi ise şöyle anlatır o yılları, Giderken, durum biraz normalleşsin geri döneriz diyordum. Ama hiç değilse bir sene kalmayı planlıyorduk. Çocuğumuzu okula başlatacaktık. Nitekim öyle de oldu. Tabii sudan çıkmış balığa dönüyor insan… Çok acele bir kararla, birden memleket değişiyor, ortam değişiyor, koşullar değişiyor. Fakat kendi deyimiyle bu “sürgün” yılları kültürel anlamda çok fayda sağlar İsmail Cem’e. Yüksek lisansını siyaset sosyolojisi dalında yapar, UNESCO’da iş bulur ve bu sayede es dönemini en iyi şekilde değerlendirmeyi bilir. Gelecek yıllar için farkında olmadan altyapısını güçlendirir bu olumsuzluklara rağmen. Aktif siyasete göz kırpmaya başlamıştır artık.

İsmail Cem’i çoğumuz siyasi kimliğiyle tanırız ve öyle de anımsarız. Türkiye siyasi tarihinde sosyal demokratik fikre onun kadar her mecrada adanmış başka bir isim yoktur. Hem teorik anlamda uzun yıllar boyunca inşa ettiği fikirsel alt yapısı hem de siyasi kariyeri boyunca hep bu düşünce eksenindeki siyasi tavırlarıyla en önemli sosyal demokratımızdır Cem. Ben sosyal demokrasiyi çok ciddi bir mücadele, hayatımızın belki en önemli olayı, en büyük mücadelesi olarak görmüşümdür hep der her fırsatta. Solda değişmek ve yenilenmek üzerine söyledikleri ise çok dikkat çekici çıkarımlardır bu duruşun tasvir bağlamında; Mesele değişmek değil; mesele değişmemek… As olan yenileşmek yeniyi aramak kendini yenilemek; özünü, temelini, inançlarını koruyarak bu özü, temeli, ideayı, ideolojiyi, inancı hayata aktaracak, yöntemleri yenileştirmek; mesele budur. Mesele budur, işte bu iki sözcük Cem’in  siyasi hayatında daima belirgin ve baskın olarak kalmıştır. Ne istediğini bilir, ne olması gerektiğini bilir, ilkeli fakat muhafazakarlıktan uzak temel prensiplerden ayrılmadan yalnız “yenileşerek” gelişmeyi ve geliştirmeyi ön görür. Bu hevesle 1987 seçimlerinde meclise SHP’den girmeyi başarır. İnançla işine sarılır fakat umduğunu pek bulamaz. Cem bu yıllarda daha iyi şeylerin yapılabileceğini fakat bir türlü yapılamadığını, fırsatların kaçtığını söyler. O süreci şöyle izah eder, Özellikle Sayın İnönü’nün 1986’da genel başkan seçilmesinden sonra çok iyi kullanılmalıydı. Bu bir yenilenme süreci olmalıydı SHP açısından, SHP-SODEP’in birleşmesi açısından… Biz o noktada, sosyal demokrasinin asıl misyonunun yenilenmek olduğunu ortaya koymalıydık bu maalesef yapılamadı.

Cem 95’te Kültür Bakanlığı görevine getirilir. Emre Kongar ile Anadolu için çalışmalar yaparlar, 3-4 aylık kısa bir zaman( 7 Temmuz 1995-6 Ekim 1995) diliminde doğu ilerine beş yüz sanatçıyla organizasyon düzenlerler “sevgili müsteşar”ıyla. İsmail Cem batı kültürü etkisinde büyüdüğünü ve eğitildiğini inkar etmez. (Fransız kültürüne kendine her zaman yakın hissettiği söylemiştir.) Fakat doğuya ve değerlerini de bilir, yaşamına entegre etmeye çalışır. Geçmiş noktasında ise çok hassastır, Osmanlı kurumlarına ve toplumuna eğilmemiz gerektiğini, yüzlerce yıldan beri var olan bir devlet geleneğimizin olduğunu, geçmişi iyi okumak gerektiğine her fırsatta dikkat çeker. Toplumsal hafızanın önemini daima tüm siyasi görevlerinde vurgulamıştır. Mesela Kültür Bakanlığı dönemini rastlayan bir olayı da şöyle anlatır, Türkiye ilginç bir memleket… Maalesef toplum hafızası hep iki hep ikinci plana itilmiş. 1995’te Kültür Bakanıyken Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 700. Yıldönümü de yaklaşmaktaydı. Kimse farkında değildi Türkiye’de bunun… Emin olun abartmıyorum kimse bunun üzerinde durmuyordu. Biz Kültür Bakanlığı olarak bunu Türkiye’nin gündemine getirdik ve herkes sahiplendi. En azından Osmanlı geçmişimize hak ettiği gibi ışık tutabildik.

Cem dışişleri bakanlığı da yapar. Türkiye-Yunanistan yakınlaşması onun kişisel ilişkilerinin bir sonucudur. O dönemde limoni olan ilişkiler kimi ülkelerle rayına oturur. Dış işleri bakanlığı döneminde çok gezer. Ofisinde oturduğu pek görülmez. Yabancı dillere hakim olduğu için ziyaret ettiği ülkelerin başkanlarıyla şahsi ilişkiler geliştirir. Fakat Cem’in dış işleri bakanlığı dönemi (1997-2002) Türkiye’nin ekonomik ve siyasal açıdan buhran içinde olduğu yıllardır. Bu nedenle dış işlerindeki başarısı dönem içinde pek fark edilmez.

2002’de Hüsamettin Özkan ile kurduğu Yeni Türkiye Partisi başarı elde edemez. Yeni bir parti olduğu ve toplumun eski siyasileri cezalandırarak Ak Parti’ye yönelmesi Cem ve hareketi dışarda bırakır. Eğer ömrü vefa etseydi gelecek seçimlerde mecliste yer bulabilirdi. Çünkü Türkiye’nin İsmail Cem gibi aydın bir siyasetçiye her dönem ihtiyacı olacaktır. Belki yaşasaydı etkin bir muhalefetin inşa sürecinde çok önemli misyonlar üstlenebilirdi.

2007’nin sıcak bir temmuz sabahı akciğer kanserine yenik düşer. Cem’in Zincirlikuyu’da sade bir mezarı var. Girişten pek uzak olmayan bir yerde, çiçekler arasında.

İsmail Cem her anlamda başarılıydı. Ancak bir noktayı söylemeden geçmek olmaz. Cem Türkiye siyasetinde çok farklı bir kulvardaydı ve bu nedenle Avrupa’da olsaydı muhtemelen cumhurbaşkanı olurdu. Fakat Türkiye’de bunu çok istemesine rağmen ömrü vefa etmedi ve bu Cem’in isteyip yapamadığı nadir şeylerden biri olarak kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder