5 Mart 2013 Salı

Антон Павлович Чехов


Anton Çehov’un hikâyeciliğini izah etmek benim gibi bir yeni yetme için oldukça zor. Hikâyelerinin okunmasının kolay olduğuna, kısa cümlelerle ve çok uzun sayılmayacak diyaloglardan mürekkep olmasına asla aldanmayın. Çünkü o Çarlık Rusya’sı edebiyatının en derin yazarlarından biri, kanaatimce en derini ve sanılanın aksine anlaşılması en zor olanı.

Çehov’un hikâyeleri Rusya’nın her kesiminin az ya da çok her sınıfı konu edinmiştir. Nitekim bunu dönemim moda anlayışı  didaktik bir tutumla yapmaz. Evet, sınıfları anlatır ama bu çatışmayı ana minval olarak belirlemez. İnsanı anlatmayı yeğler o. Karakterleri, tipleri kendi iç mücadeleleriyle, çatışmalarıyla, aşklarıyla ve her şeyleriyle yansıtır. Vladamir Nobokov bunu kendine has şahane üslubuyla şöyle dile getiriyor.

Başka değişle Çehov, karakteri bir ders aracı yapıp, Gorki’ye ya da her hangi bir Sovyet yazarına sosyalistçe bir gerçek gibi görünecek şekilde, onu başka bakımlardan çok iyi göstermektense (sıradan burjuvazi hikâyelerinde, annesi ya da köpeğini seven adamın kötü biri olamaması gibi), siyasi mesajları veya edebi gelenekleri umursamaksızın, “yaşayan” insanı sunar bize.

Işıklar hikâyesini anımsayalım mesela. Rusya kırsalında demiryolu döşeyen bir mühendis ve yardımcısına bir gece konuk olan kentlinin (kim olduğunu anlayamadığımız, hikâyeyi bize eski bir hatırasını anlatırmış gibi anlatan birinci şahıs) birlikte geçirdikleri bir gün konu edilir. O dönemin “moda”sının aksine Çehov toplum siyasine açıktan açığa el uzatmaz. Von Ştenberg ve Mühendis arasındaki felsefi  tartışma üzerine konu gelişir, yayılır ve serpilir. Mühendis, yardımcısının nihilist görüşünü eleştiriye tutar ve kendi hayatından verdiği  gençliğindeki aşk macerası örneğiyle karşısındakini iknaya çalışır. Arka planda 1890’ların sanayisinde gelişen ve bu sebeple sosyal hareketliliğin hiçbir dönemde görülmediği kadar yoğun Rusya’sı, ön planda Von Ştenberg’in hayatın temeli ve yaşamın anlamı, varlık üzerine iç mücadeleleri. Fakat tastamam Anton’un tüm entelektüel karakterlerinde görüldüğü gibi bu hikâyede de mühendis ve yardımcısı  özel hayatlarında birçok alanda yetersiz, bunalımlı ve bu yüzden de oldukça insan karakterlerdir. Nobokov bu yetersizliğe şöyle değiniyor.

Çehov’un entelektüelinde, insanın muktedir olduğu en derin edeple, ideallerini ve ilkelerini eyleme geçirme hususundaki neredeyse komik bir tür yetersizlik bir aradaydı; bir adam ki manevi güzelliğe, halkının refahına, evrenin refahına kendini vakfetmiş, fakat özel hayatında bir şey yapmaktan aciz; taşradaki hayatını bir ütopik hayaller sisi içinde ziyan ediyor; neyin iyi, yaşamaya değer olduğunu biliyor. Fakat aynı zamanda tekdüze bir hayat içinde çamura battıkça batıyor, aşkta mutsuz, her konuda umutsuzca yetersiz, bir türlü muvaffak olamayan iyi bir adan yani . Çehov’un tüm hikayelerinde –doktor, öğrenci, köy öğretmeni ve birçok profesyonel insanın kılığında yer alan karakterdir bu.
Çehov Ailesi

Bunun için Çehov’un Taşralı adlı hikâyesindeki ana karakter zengin mimarın oğlu boyacı genç misal olarak verilebilir. Sisteme boyun eğmeyen, şehrinden ve onun değerlerinden nefret eden bu adam, özel hayatında son derece başarısızdır. Karısından sadece 6 ay sonra ayrılır, tarımı beceremez, köylülerle ve yanında çalıştırdığı kimselerle kavgalıdır. Fakat Çehov bu karakterleri bilerek seçer, niyeti taşıyamamağı yüklerin altında ezilen bu insanları her ne olursa olsun iyi niyette olmalarıdır ve Çehov bunu yeni Rusya için bir şans olarak telakki eder. Bunların yaptıkları şimdi olamasa bile gelecekte Rusya’yı ileriye taşıyacaktır.

1893’te kaleme aldığı Kara Keşiş’teki ana karakter Kovrin’i anımsayalım. Kovrin kendisini yüce bir amaçla yaratıldığına inanır ve bu nedenle daha önce nereden duyduğunu bilmediği gezgin, hayalet bir keşişle eski çiftçi ahbabının evinin bahçesinde karşılaşır. Keşiş bir bilgedir ve Kovrin ile onun düşünceleri üzerine zihin açıcı tartışmalara girer. Bu bir zaaftır aslında. Nitekim Kovrin bunun bilincindedir. Deliriyordur. Bu hiç sağlıklı değildir oysa ki ama Kovrin bunu hiç umursamaz. Yaşlı keşişle bahçede geçen şu konuşması aslında öyküyü şekillendiren temel fikirlerden birini vermekle birlikte, Çehov’un entelektüellere olan doymak bilmez gözlem iştahını gösterir bizlere.

Kovrin başlar konuşmaya,

“Ancak buradan ayrılıp gittiğinde, ‘Gerçekten’ öyle biri var mıydı diye sorarak tedirgin olacağım. Sen benim zihnimin yarattığı hayalsin, sanrısın. Bu durumda hasta ruhlu bir adamım ben normal sayılmam.”

“Öyle olsa ne çıkar? Bunda şaşılacak bir şey yok. Sen hastasın düş gücünün üstünde çalışıyorsun, iyice yorgun düştün. Demek oluyor ki, sağlığını yüce düşünceye kurban etti, yakın bir gelecekte yaşamını da o uğurda harcayacaksın. Bunda bir kötülük var mı? Yetenekli, soylu kişilerin asıl amaçladıkları bu değil midir?

“Ruhça hasta olduğumu bildiğim halde kendime nasıl inanırım.”
“Peki, insanların peşinden koştukları dâhilerin hayal görmediklerini mi sanıyorsun? Bilim adamları, dâhilik ve delilik arasında kıl payı fark olduğunu söylerler. Aziz dostum yalnızca sıradan insanlar ile sürü halinde yaşayanlar sağlıklı ve normaldir. Sinir çağı, aşırı yorgunluk, bozulup dağılma gibi deyimler sizler için kullanılmamalı; yaşamın amacını topluca bulunmakta görenler korksunlar böyle sözlerden”

“Ama eski Romalılar sağlam kafa sağlam bedende bulunur derlerdi”
“Eski Romalılar ve Yunanlıların söylediklerinin hepsini doğru mu sanıyorsun.Ruhsal yücelik, coşku, vecit gibi deyimler peygamberleri, ozanları, ülküleri uğruna acı çekenleri  ilgilendirir, bunların insanın hayvansal yönüyle, başka bir değişle bedensel sağlığıyla ilgisi yoktur. Yineliyorum. Eğer doğal, sağlıklı biri olmak istiyorsan doğruca sürüye katıl.

Eşi Olga Knipper ile
Ardından Kovrin’in “hasta” olduğu anlaşılır. Hastalık döneminde eşi Tanya ve babası ile mutlu olan Kovrin tedavi sürecinde  iyileştikçe eski Kovrin değildir artık. Çekilmez, ketum biri olup çıkmıştır. Bu normalleşme süreci Kovrin’i insani ilişkileri bağlamında  çatışmaya sürükleyecek, Kovrin eşinden ayrılacak ve eşinin babasının ölümüne neden olacaktır. Kovrin’in iyileştikten sonra Tanya’ya şu serzenişte bulunduğunu görürüz.

“Buda, Muhammet ve Shakespeare ne talihli kişilermiş ki, sevgili yakınlarıyla hekimler onları coşkuya kapılıyor, esinlenip vecde geliyorlar diye tedavi etmeye kalkışmamışlar” dedi.” Muhammet sinirlerini yatıştırmak için potasyum klorür alsa, günde iki saat çalışsa, süt içse bu olağanüstü insandan günümüze kala kala azıcık bir şey kalırdı. Hekimlerle iyi yürekli yakınlarımız bize öyle şeyler yapacaklar ki, sonunda insanlar salaklaşacak, sıradanlık deha sayılmaya başlanacak, ortada uygarlık diye bir şey kalmayacak. Sevgili yakınlarım size ne kadar minnettarım bilemezsiniz.”

Çehov karakterleri asla mükemmel değildir, standarte edilmez, örnek gösterilmez, ‘bakın bu olun denmez’. Aynı zamanda Çehov kahramanlarını yer yer fikir ve davranışlarıyla çarpıştırırken taraf tutmaz. İki düşünceye de eşit fırsat verir. Yazarken düşünmesinden kaynaklı olabileceğini düşündüğüm bu Çehovyen unsur hikâyelere bambaşka bir hava katar. Siz  hikâyesini okurken, yazarın bir tarafı yeğlediğini ve o karakteri şahlandırdığını asla görmezsiniz. İyi ya da kötü, alçak ile üstün vb. ayrımlarını yoğun hissetmesiniz. Çehov bu oluşturduğu gri alanıyla Rus Edebiyatı’nda fark yaratmıştır. Vladimir Nabokov bu griliği şöyle tasvir ediyor Çehovyen dili de es geçmeden.

Kelimelerin aynı loş ışığın altında, tastamam aynı gri tonda tutarak yapar bunu. Eski bir bahçe çitinin rengiyle, alçak bir bulutun rengi arasındadır grinin bu tonu. Çehov’un ruh halleri zenginliği, etkileyici zeka titreşimleri, karakter çizimlerindeki iktisatlılık, canlı ayrıntılar ve insan yaşamının solgunlaştırılması –Çehov’a özgü tüm vasıflar- hafiften yanardöner, puslu bir sözellikle sarmanalıp kuşatılarak güçlendirilmiştir.

Çehov’un hikayelerinin sonları, son cümleleri aslında bir son değildir. Hep bir üç nokta vardır buralarda. Sanki sesi gittikçe kısılarak kulakların duymaz hale geldiği bir piyano konçertosu ya da çölde yürüyen bir bedevinin zamanla gözden yok olması gibi hissettirir insana Çehov’un kendine has sonları. (Lise durum öyküsü demelerinin nedenlerinden biridir bu Çehov öykücülüğü için ancak bu uygunsuz bir ayrımdır.) Zaman içinde öykü soluklaşır, bulanıklaşır ve yok olur. Hayatlar onun hikayelerinde başlayıp bitmez asla, periyodlar uzun değildir. Bunun yanı sıra Çehov yarattığı karakterlerinin hayattaki kırılma noktalarına dokunur. Küçük Köpekli Kadın böyledir mesela. Gurov ve Anna’nın aşkları ikisinin de ruhlarında öyle bir kıvılcım yaratır ki, bu iki insan artık önceki yaşamlarına farklı, hafif bir tebessümle bakarlar. Bir Cinayet Öyküsü dindar bir ailenin cinayetle değişen hayatlarına gönderme yaparak nihayetlenir. Altıncı Koğuş’un doktorunun kendini keşfi ve ölümüyle biten yaşamı biraz daha keskin bir örnektir. Keza buradaki kırılma noktası daha göze batar ve okuyucuya alışılageldik sonlardan farklı bir son sunar. İoniç öyküsü kırılma noktaları arasında en öne çıkanıdır. Öykünün üçüncü bölümünün sonu ile dürdün başı arasında romantik Doktor İoniç’in birkaç sene içindeki bedensel ve düşünsel değişimini Çehov sadece bir paragrafta veriverir.

Dört yıl böyle geçip gitti. Kentte Startsev (İoniç)pek çok hastaya bakıyordu. Her sabah Diyalij hastanesindeki görevini çabucak bitiriyor, sonra kentteki hastalarının evlerine giderek gece geç vakitte dönüyordu. Çift atlı arabasını satmış, üç atın çektiği, çıngıraklı şık bir troyka almıştı. Bu arada şişmanladığını, yağ bağladığını, nefes darlığı çektiği için yaya yürümeyi tümüyle bıraktığını belirtelim.
Vladimir Nabokov

Çehov’un üslubu son derece sade ve kolay anlaşırdır. Ağdalı, lapa gibi cümlelere asla rastlamazsınız. Kısa cümleler ile ifade eder kendini. Üzerine ciltlerce roman yazılabilecek düşünceleri ve karakterleri, son derece tasarruflu olarak bir iki cümleyle anlattığı olur. Birisinin bir kelimeyi yanlış söylemesi, adamın dimdik yürüyüşü ya da o karakteri ele verecek bir işaret, mimik ya da nesne terci edilir karakterlerini analiz ederken.  Bu nedenle ayrıntılar çok dikkat çekicidir tasvirlerinde. Adriadna’daki şu betimlemeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Onunla ilk konuşup tanıştığımızda Adriadna adı beni çok şaşırttı. Bu güzel ad ona öylesine yakışıyordu ki. Zayıf, incecik, sülün boylu, esmer tenli bir kız düşünün. Yüz çizgileri de ölçülü ve son derece soylu.

Sayfalar dolusu doğa tasvirleri yabancıdır Çehov’a. Hikâyelere naz yapmadan tabiri caizse bodoslama girer. Bektaşiüzümü hikâyesinin hemen başında kısa ama çok kısa bir doğa tasviri sonrası nasıl karakterlerle tanıştırıldığımıza bir bakalım.

Sabahın erken saatlerinde başlamak üzere gökyüzünü yağmur bulutları örtmüştü. Havanın kapalı olduğu, tarlaların üzerinde bulutların asılı durduğu, her an yağmur beklediğiniz zamanlarda olduğu gibi durgunluğun ve serinliği yanı sıra bir sıkıntı da hissediliyordu. Baytar İvan İvaniç ile lise öğretmeni Burkin yorulmuşlardı, önlerindeki ova bitmezmiş gibi uzanıp gidiyordu.

Moskova’ya okumaya giden genç kızın eve dönüş hikayesi Baba Yurdunda’daki şu tasvirin canlılığını da eklemek isterim Çehov’un tasvir sanatını örneklemek için.

Önümüzde Donetsk demiryolu uzayıp gidiyor. Bozkırda güneşin yamacında cayır cayır yanan bir istasyondasınız. Çevrede ne gölgelik bir yer vardır ne de Tanrı’nın tek kulu. Bütün keyfiniz kaçar, çünkü tren sizi burada bırakıp gitmiştir, gürültüsü uzaklardan işitilirken yavaş yavaş tümüyle duyulmaz olur…
İstasyonun arkası ıpıssızdır, sizi karşılamaya gelenden başka araba görülmez ortada.  Yaylı arabanıza biner (tren yolculuğundan sonra ne hoş bir şey!) Bozkır yollarına vurursunuz kendinizi. Önününüzde Moskova yakınlarına rastlamayacağınız, tekdüzeliğiyle büyüleyici, sanki sonsuzluğa doğru uzanan görüntüler açılır birbiri ardından. Dört bir yanınızda bozkır, yalnız bozkır vardır… Uzaklarda bir yel değirmeni, küçük bir höyük, bir de taşkömürü taşıyan kağnı görürsünüz, hepsi o kadar… Kuşlar tek başlarına uçar gökyüzünde, ovanın üzerinden alçaktan süzülürken ölçülü kanat vuruşları uykunuzu getirir.

 O bize ipuçlarını verir, gerisini bize bırakır, karakteri diğer insanlardan ayıran bir-iki görsel özelliği, keskin bir nişan ile on ikiden vurmayı başarır. Bunun içinde kendine has bir dile sahiptir Çehov. Tolstoy’un yakın bir dostudur aynı zamanda Kırım yıllarından. Tolstoy sevgili dostunun edebiyatı hakkında bir yazarı en iyi bir başkası anlar düsturuyla şunları söylemiştir bir edebiyat dergisi için.
Tolstoy'un Çiftliğinde

“Bir sanatçı olarak Çehov, kendine özgü bir ekoldü. O, hayatın sanatçısıydı. Eserlerinin bir üstünlüğü de, Rus olsun olmasın herkesin onları anlayabilmesi ve anlatılanlarla kendini özdeşleştirebilmesiydi. Bu en önemli şeydir. Çehov, mesajlarına bakmaksızın yalnızca kendi gözlemlediği şeyler üzerine yazdı, ne gördüyse ve nasıl gördüyse onu anlattı. İçtendi, bu ise büyük bir erdemdir. İçtenliği sayesinde yeni yazma biçimleri; kanımca tüm edebiyat dünyası bakımından tamamen yeni biçimler yarattı. Dili kullanışı alışılmışın dışındaydı. Onu ilk okuduğumda dilinin bana garip ve beceriksiz geldiğini anımsıyorum. Ama ona alıştıkça hayran kaldım ve hiç alçakgönüllülüğe kaçmadan diyebilirim ki, teknik söz konusu olduğu sürece o benden çok daha üstündür. O tektir... O, eserlerini tüm yüreğimizle defalarca okuyabileceğimiz nadir yazarlardan biridir. Bunu ben kendi deneyimimden biliyorum.’’

Nabokov’un Çehov’un üslubu hakkında söyledikleriyse Tolstoy’u tamamlayıcı niteliktedir.

“Rus eleştirmenleri Çehov’un üslubunun kelime seçiminin vesaire, söz gelimi Gogol’ü, Flaubert’i ya da Henry James’i meşgul eden sanatsal kaygıların hiçbirini açığa vurmadığını belirtiler. Lügati fakirdir, söz bileşenleri alelade sayılır- gümüş tepside sunulan cafcaflı paragraflar, lezzetli fiiller, turfanda sıfatlar, nane likörü gibi lakaplar yabancıdır ona. Gogol gibi bir söz mucidi değildir Çehov; günlük giysileri içinde gider partilere. Böylece Çehov, bir yazarın söz tekniğinde bir fevkalade bir canlılık bulunmadan veya cümleleri bükmeye fevkalade önem vermeden de mükemmel bir sanatçı olabileceğinin iyi bir örneğini teşkil eder.”

Yakın arkadaşı Maksim Gorki ile
Çehov’un öyle dikkat çekici ve aforizma olarak adlandırılabilecek cümleleri vardır ki, bazen elinizdeki kitabı bir kenara bırakarak, o cümle üzerine düşünürken bulursunuz kendinizi. Çok iyi bir avcıdır bu manada Anton; lügati fakir olarak görülebilir ama düşüncelerini ifade edişi biçimi için bunu söylemek imkânsızdır. İlk dönem hikâyelerinin (1880-1885 arası) bir kısmı hariç neredeyse tümünde derin, yaratıcı, kendine has bu fikir ağları öykünün her sayfasına dolanır. Bu da öyküyü dinçleştirir, bunu arayan okuyucuyu, düşünsel yaratıcılığıyla bu ağa hapseder ve öyküsünü yumuşak bir ses tonuyla, eski bir anıdan bahsediyormuş gibi anlatmaya koyulur.( Bu aforizmaları derleyerek bir sonraki devam yazıma ekleyeceğim.)

Çehov’un duygusal zekâsının had safhada olduğu belirtmeye gerek yok sanırım. Müthiş bir gözlemciydi ve bu ona eşi bulunmaz bir yaratıcılık katıyordu. (Arkadaşlarının anılarında anlatılır tüm bunlar) Her şeyden öykü kotarabilecek bir dehadan söz ediyoruz. Bir gün evine gelen bir misafirinin nasıl bu kadar yaratıcı olabildiğini sorması üzerine, masada duran cam kül tablasına gösteren Çehov, istersen yarın bundan bir hikâye çıkabilir demiş ve hemen o anda yarattığı hikâyesinin ana hatlarını arkadaşına anlatmaya başlamıştı.

...

Kaynaklar
Vladimir Nabokov,  Rus Edebiyatı Dersleri, İletişim Yayınları
http://www.britannica.com/EBchecked/topic/108392/Anton-Chekhov/1297/Literary-maturity
Anton Çehov Bütün Öyküleri 6. 7. ve 8. Kitaplar (Everest Yayınları) Mehmet Özgül Çevirileri



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder