Anton
Çehov’un hikâyeciliğini izah etmek benim gibi bir yeni yetme için oldukça zor.
Hikâyelerinin okunmasının kolay olduğuna, kısa cümlelerle ve çok uzun
sayılmayacak diyaloglardan mürekkep olmasına asla aldanmayın. Çünkü o Çarlık
Rusya’sı edebiyatının en derin yazarlarından biri, kanaatimce en derini ve
sanılanın aksine anlaşılması en zor olanı.
Çehov’un hikâyeleri
Rusya’nın her kesiminin az ya da çok her sınıfı konu edinmiştir. Nitekim bunu
dönemim moda anlayışı didaktik bir
tutumla yapmaz. Evet, sınıfları anlatır ama bu çatışmayı ana minval olarak
belirlemez. İnsanı anlatmayı yeğler o. Karakterleri, tipleri kendi iç
mücadeleleriyle, çatışmalarıyla, aşklarıyla ve her şeyleriyle yansıtır.
Vladamir Nobokov bunu kendine has şahane üslubuyla şöyle dile getiriyor.
Başka değişle Çehov, karakteri bir ders aracı yapıp, Gorki’ye ya da her
hangi bir Sovyet yazarına sosyalistçe bir gerçek gibi görünecek şekilde, onu
başka bakımlardan çok iyi göstermektense (sıradan burjuvazi hikâyelerinde,
annesi ya da köpeğini seven adamın kötü biri olamaması gibi), siyasi mesajları
veya edebi gelenekleri umursamaksızın, “yaşayan” insanı sunar bize.
Işıklar
hikâyesini anımsayalım mesela. Rusya kırsalında demiryolu döşeyen bir mühendis
ve yardımcısına bir gece konuk olan kentlinin (kim olduğunu anlayamadığımız,
hikâyeyi bize eski bir hatırasını anlatırmış gibi anlatan birinci şahıs)
birlikte geçirdikleri bir gün konu edilir. O dönemin “moda”sının aksine Çehov
toplum siyasine açıktan açığa el uzatmaz. Von Ştenberg ve Mühendis arasındaki
felsefi tartışma üzerine konu gelişir,
yayılır ve serpilir. Mühendis, yardımcısının nihilist görüşünü eleştiriye tutar
ve kendi hayatından verdiği gençliğindeki aşk macerası örneğiyle karşısındakini
iknaya çalışır. Arka planda 1890’ların sanayisinde gelişen ve bu sebeple sosyal
hareketliliğin hiçbir dönemde görülmediği kadar yoğun Rusya’sı, ön planda Von
Ştenberg’in hayatın temeli ve yaşamın anlamı, varlık üzerine iç mücadeleleri.
Fakat tastamam Anton’un tüm entelektüel karakterlerinde görüldüğü gibi bu hikâyede
de mühendis ve yardımcısı özel
hayatlarında birçok alanda yetersiz, bunalımlı ve bu yüzden de oldukça insan
karakterlerdir. Nobokov bu yetersizliğe şöyle değiniyor.
Çehov’un entelektüelinde, insanın muktedir olduğu en derin edeple,
ideallerini ve ilkelerini eyleme geçirme hususundaki neredeyse komik bir tür
yetersizlik bir aradaydı; bir adam ki manevi güzelliğe, halkının refahına,
evrenin refahına kendini vakfetmiş, fakat özel hayatında bir şey yapmaktan
aciz; taşradaki hayatını bir ütopik hayaller sisi içinde ziyan ediyor; neyin
iyi, yaşamaya değer olduğunu biliyor. Fakat aynı zamanda tekdüze bir hayat
içinde çamura battıkça batıyor, aşkta mutsuz, her konuda umutsuzca yetersiz,
bir türlü muvaffak olamayan iyi bir adan yani . Çehov’un tüm hikayelerinde
–doktor, öğrenci, köy öğretmeni ve birçok profesyonel insanın kılığında yer
alan karakterdir bu.
Bunun için
Çehov’un Taşralı adlı hikâyesindeki ana karakter zengin mimarın oğlu boyacı genç
misal olarak verilebilir. Sisteme boyun eğmeyen, şehrinden ve onun
değerlerinden nefret eden bu adam, özel hayatında son derece başarısızdır.
Karısından sadece 6 ay sonra ayrılır, tarımı beceremez, köylülerle ve yanında
çalıştırdığı kimselerle kavgalıdır. Fakat Çehov bu karakterleri bilerek seçer,
niyeti taşıyamamağı yüklerin altında ezilen bu insanları her ne olursa olsun
iyi niyette olmalarıdır ve Çehov bunu yeni Rusya için bir şans olarak telakki
eder. Bunların yaptıkları şimdi olamasa bile gelecekte Rusya’yı ileriye
taşıyacaktır.
1893’te
kaleme aldığı Kara Keşiş’teki ana karakter Kovrin’i anımsayalım. Kovrin
kendisini yüce bir amaçla yaratıldığına inanır ve bu nedenle daha önce nereden
duyduğunu bilmediği gezgin, hayalet bir keşişle eski çiftçi ahbabının evinin
bahçesinde karşılaşır. Keşiş bir bilgedir ve Kovrin ile onun düşünceleri
üzerine zihin açıcı tartışmalara girer. Bu bir zaaftır aslında. Nitekim Kovrin
bunun bilincindedir. Deliriyordur. Bu hiç sağlıklı değildir oysa ki ama Kovrin
bunu hiç umursamaz. Yaşlı keşişle bahçede geçen şu konuşması aslında öyküyü
şekillendiren temel fikirlerden birini vermekle birlikte, Çehov’un
entelektüellere olan doymak bilmez gözlem iştahını gösterir bizlere.
Kovrin başlar konuşmaya,
“Ancak buradan ayrılıp gittiğinde, ‘Gerçekten’ öyle biri var mıydı diye
sorarak tedirgin olacağım. Sen benim zihnimin yarattığı hayalsin, sanrısın. Bu
durumda hasta ruhlu bir adamım ben normal sayılmam.”
“Öyle olsa ne çıkar? Bunda şaşılacak bir şey yok. Sen hastasın düş gücünün
üstünde çalışıyorsun, iyice yorgun düştün. Demek oluyor ki, sağlığını yüce
düşünceye kurban etti, yakın bir gelecekte yaşamını da o uğurda harcayacaksın.
Bunda bir kötülük var mı? Yetenekli, soylu kişilerin asıl amaçladıkları bu
değil midir?
“Ruhça hasta olduğumu bildiğim halde kendime nasıl inanırım.”
“Peki, insanların peşinden koştukları dâhilerin hayal görmediklerini mi
sanıyorsun? Bilim adamları, dâhilik ve delilik arasında kıl payı fark olduğunu
söylerler. Aziz dostum yalnızca sıradan insanlar ile sürü halinde yaşayanlar
sağlıklı ve normaldir. Sinir çağı, aşırı yorgunluk, bozulup dağılma gibi
deyimler sizler için kullanılmamalı; yaşamın amacını topluca bulunmakta
görenler korksunlar böyle sözlerden”
“Ama eski Romalılar sağlam kafa sağlam bedende bulunur derlerdi”
“Eski Romalılar ve Yunanlıların söylediklerinin hepsini doğru mu
sanıyorsun.Ruhsal yücelik, coşku, vecit gibi deyimler peygamberleri, ozanları,
ülküleri uğruna acı çekenleri
ilgilendirir, bunların insanın hayvansal yönüyle, başka bir değişle
bedensel sağlığıyla ilgisi yoktur. Yineliyorum. Eğer doğal, sağlıklı biri olmak
istiyorsan doğruca sürüye katıl.
Eşi Olga Knipper ile |
“Buda, Muhammet ve Shakespeare ne talihli kişilermiş ki, sevgili
yakınlarıyla hekimler onları coşkuya kapılıyor, esinlenip vecde geliyorlar diye
tedavi etmeye kalkışmamışlar” dedi.” Muhammet sinirlerini yatıştırmak için
potasyum klorür alsa, günde iki saat çalışsa, süt içse bu olağanüstü insandan
günümüze kala kala azıcık bir şey kalırdı. Hekimlerle iyi yürekli yakınlarımız
bize öyle şeyler yapacaklar ki, sonunda insanlar salaklaşacak, sıradanlık deha
sayılmaya başlanacak, ortada uygarlık diye bir şey kalmayacak. Sevgili
yakınlarım size ne kadar minnettarım bilemezsiniz.”
Çehov
karakterleri asla mükemmel değildir, standarte edilmez, örnek gösterilmez,
‘bakın bu olun denmez’. Aynı zamanda Çehov kahramanlarını yer yer fikir ve
davranışlarıyla çarpıştırırken taraf tutmaz. İki düşünceye de eşit fırsat
verir. Yazarken düşünmesinden kaynaklı olabileceğini düşündüğüm bu Çehovyen
unsur hikâyelere bambaşka bir hava katar. Siz hikâyesini okurken, yazarın bir tarafı
yeğlediğini ve o karakteri şahlandırdığını asla görmezsiniz. İyi ya da kötü,
alçak ile üstün vb. ayrımlarını yoğun hissetmesiniz. Çehov bu oluşturduğu gri
alanıyla Rus Edebiyatı’nda fark yaratmıştır. Vladimir Nabokov bu griliği şöyle
tasvir ediyor Çehovyen dili de es geçmeden.
Kelimelerin aynı loş ışığın altında, tastamam aynı gri tonda tutarak yapar
bunu. Eski bir bahçe çitinin rengiyle, alçak bir bulutun rengi arasındadır
grinin bu tonu. Çehov’un ruh halleri zenginliği, etkileyici zeka titreşimleri,
karakter çizimlerindeki iktisatlılık, canlı ayrıntılar ve insan yaşamının
solgunlaştırılması –Çehov’a özgü tüm vasıflar- hafiften yanardöner, puslu bir
sözellikle sarmanalıp kuşatılarak güçlendirilmiştir.
Çehov’un
hikayelerinin sonları, son cümleleri aslında bir son değildir. Hep bir üç nokta
vardır buralarda. Sanki sesi gittikçe kısılarak kulakların duymaz hale geldiği
bir piyano konçertosu ya da çölde yürüyen bir bedevinin zamanla gözden yok olması
gibi hissettirir insana Çehov’un kendine has sonları. (Lise durum öyküsü
demelerinin nedenlerinden biridir bu Çehov öykücülüğü için ancak bu uygunsuz
bir ayrımdır.) Zaman içinde öykü soluklaşır, bulanıklaşır ve yok olur. Hayatlar
onun hikayelerinde başlayıp bitmez asla, periyodlar uzun değildir. Bunun yanı
sıra Çehov yarattığı karakterlerinin hayattaki kırılma noktalarına dokunur. Küçük Köpekli Kadın böyledir mesela.
Gurov ve Anna’nın aşkları ikisinin de ruhlarında öyle bir kıvılcım yaratır ki,
bu iki insan artık önceki yaşamlarına farklı, hafif bir tebessümle bakarlar. Bir Cinayet Öyküsü dindar bir ailenin
cinayetle değişen hayatlarına gönderme yaparak nihayetlenir. Altıncı Koğuş’un doktorunun kendini
keşfi ve ölümüyle biten yaşamı biraz daha keskin bir örnektir. Keza buradaki
kırılma noktası daha göze batar ve okuyucuya alışılageldik sonlardan farklı bir
son sunar. İoniç öyküsü kırılma
noktaları arasında en öne çıkanıdır. Öykünün üçüncü bölümünün sonu ile dürdün
başı arasında romantik Doktor İoniç’in birkaç sene içindeki bedensel ve
düşünsel değişimini Çehov sadece bir paragrafta veriverir.
Dört yıl böyle geçip gitti. Kentte Startsev (İoniç)pek çok hastaya bakıyordu.
Her sabah Diyalij hastanesindeki görevini çabucak bitiriyor, sonra kentteki
hastalarının evlerine giderek gece geç vakitte dönüyordu. Çift atlı arabasını
satmış, üç atın çektiği, çıngıraklı şık bir troyka almıştı. Bu arada
şişmanladığını, yağ bağladığını, nefes darlığı çektiği için yaya yürümeyi
tümüyle bıraktığını belirtelim.
Çehov’un
üslubu son derece sade ve kolay anlaşırdır. Ağdalı, lapa gibi cümlelere asla
rastlamazsınız. Kısa cümleler ile ifade eder kendini. Üzerine ciltlerce roman
yazılabilecek düşünceleri ve karakterleri, son derece tasarruflu olarak bir iki
cümleyle anlattığı olur. Birisinin bir kelimeyi yanlış söylemesi, adamın dimdik
yürüyüşü ya da o karakteri ele verecek bir işaret, mimik ya da nesne terci
edilir karakterlerini analiz ederken. Bu
nedenle ayrıntılar çok dikkat çekicidir tasvirlerinde. Adriadna’daki şu
betimlemeye dikkatinizi çekmek istiyorum.
Onunla ilk konuşup tanıştığımızda Adriadna adı beni çok şaşırttı. Bu güzel
ad ona öylesine yakışıyordu ki. Zayıf, incecik, sülün boylu, esmer tenli bir
kız düşünün. Yüz çizgileri de ölçülü ve son derece soylu.
Sayfalar dolusu doğa tasvirleri yabancıdır Çehov’a. Hikâyelere naz yapmadan tabiri
caizse bodoslama girer. Bektaşiüzümü hikâyesinin hemen başında kısa ama çok
kısa bir doğa tasviri sonrası nasıl karakterlerle tanıştırıldığımıza bir
bakalım.
Sabahın erken saatlerinde başlamak üzere gökyüzünü yağmur bulutları
örtmüştü. Havanın kapalı olduğu, tarlaların üzerinde bulutların asılı durduğu,
her an yağmur beklediğiniz zamanlarda olduğu gibi durgunluğun ve serinliği yanı
sıra bir sıkıntı da hissediliyordu. Baytar İvan İvaniç ile lise öğretmeni
Burkin yorulmuşlardı, önlerindeki ova bitmezmiş gibi uzanıp gidiyordu.
Moskova’ya
okumaya giden genç kızın eve dönüş hikayesi Baba Yurdunda’daki şu tasvirin
canlılığını da eklemek isterim Çehov’un tasvir sanatını örneklemek için.
Önümüzde Donetsk demiryolu uzayıp gidiyor. Bozkırda güneşin yamacında cayır
cayır yanan bir istasyondasınız. Çevrede ne gölgelik bir yer vardır ne de Tanrı’nın
tek kulu. Bütün keyfiniz kaçar, çünkü tren sizi burada bırakıp gitmiştir,
gürültüsü uzaklardan işitilirken yavaş yavaş tümüyle duyulmaz olur…
İstasyonun arkası ıpıssızdır, sizi karşılamaya gelenden başka araba görülmez
ortada. Yaylı arabanıza biner (tren
yolculuğundan sonra ne hoş bir şey!) Bozkır yollarına vurursunuz kendinizi.
Önününüzde Moskova yakınlarına rastlamayacağınız, tekdüzeliğiyle büyüleyici,
sanki sonsuzluğa doğru uzanan görüntüler açılır birbiri ardından. Dört bir
yanınızda bozkır, yalnız bozkır vardır… Uzaklarda bir yel değirmeni, küçük bir
höyük, bir de taşkömürü taşıyan kağnı görürsünüz, hepsi o kadar… Kuşlar tek
başlarına uçar gökyüzünde, ovanın üzerinden alçaktan süzülürken ölçülü kanat
vuruşları uykunuzu getirir.
O bize ipuçlarını verir, gerisini bize
bırakır, karakteri diğer insanlardan ayıran bir-iki görsel özelliği, keskin bir
nişan ile on ikiden vurmayı başarır. Bunun içinde kendine has bir dile sahiptir
Çehov. Tolstoy’un yakın bir dostudur aynı zamanda Kırım yıllarından. Tolstoy
sevgili dostunun edebiyatı hakkında bir yazarı en iyi bir başkası anlar
düsturuyla şunları söylemiştir bir edebiyat dergisi için.
“Bir sanatçı olarak Çehov, kendine özgü bir ekoldü. O, hayatın
sanatçısıydı. Eserlerinin bir üstünlüğü de, Rus olsun olmasın herkesin onları
anlayabilmesi ve anlatılanlarla kendini özdeşleştirebilmesiydi. Bu en önemli
şeydir. Çehov, mesajlarına bakmaksızın yalnızca kendi gözlemlediği şeyler
üzerine yazdı, ne gördüyse ve nasıl gördüyse onu anlattı. İçtendi, bu ise büyük
bir erdemdir. İçtenliği sayesinde yeni yazma biçimleri; kanımca tüm edebiyat
dünyası bakımından tamamen yeni biçimler yarattı. Dili kullanışı alışılmışın
dışındaydı. Onu ilk okuduğumda dilinin bana garip ve beceriksiz geldiğini
anımsıyorum. Ama ona alıştıkça hayran kaldım ve hiç alçakgönüllülüğe kaçmadan
diyebilirim ki, teknik söz konusu olduğu sürece o benden çok daha üstündür. O
tektir... O, eserlerini tüm yüreğimizle defalarca okuyabileceğimiz nadir
yazarlardan biridir. Bunu ben kendi deneyimimden biliyorum.’’
Nabokov’un
Çehov’un üslubu hakkında söyledikleriyse Tolstoy’u tamamlayıcı niteliktedir.
“Rus eleştirmenleri Çehov’un üslubunun kelime seçiminin vesaire, söz gelimi
Gogol’ü, Flaubert’i ya da Henry James’i meşgul eden sanatsal kaygıların
hiçbirini açığa vurmadığını belirtiler. Lügati fakirdir, söz bileşenleri
alelade sayılır- gümüş tepside sunulan cafcaflı paragraflar, lezzetli fiiller,
turfanda sıfatlar, nane likörü gibi lakaplar yabancıdır ona. Gogol gibi bir söz
mucidi değildir Çehov; günlük giysileri içinde gider partilere. Böylece Çehov,
bir yazarın söz tekniğinde bir fevkalade bir canlılık bulunmadan veya cümleleri
bükmeye fevkalade önem vermeden de mükemmel bir sanatçı olabileceğinin iyi bir
örneğini teşkil eder.”
Yakın arkadaşı Maksim Gorki ile |
Çehov’un duygusal
zekâsının had safhada olduğu belirtmeye gerek yok sanırım. Müthiş bir gözlemciydi
ve bu ona eşi bulunmaz bir yaratıcılık katıyordu. (Arkadaşlarının anılarında
anlatılır tüm bunlar) Her şeyden öykü kotarabilecek bir dehadan söz ediyoruz.
Bir gün evine gelen bir misafirinin nasıl bu kadar yaratıcı olabildiğini
sorması üzerine, masada duran cam kül tablasına gösteren Çehov, istersen yarın
bundan bir hikâye çıkabilir demiş ve hemen o anda yarattığı hikâyesinin ana
hatlarını arkadaşına anlatmaya başlamıştı.
...
...
Kaynaklar
Vladimir Nabokov, Rus Edebiyatı Dersleri, İletişim Yayınları
http://www.britannica.com/EBchecked/topic/108392/Anton-Chekhov/1297/Literary-maturity
Anton Çehov Bütün Öyküleri 6. 7. ve 8. Kitaplar (Everest Yayınları) Mehmet Özgül Çevirileri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder