Liberal
Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker ile söyleşinin ilk bölümü Türkiye’de
liberalizm algısını ve liberal demokrasiyi, ikinci bölümü Toker’in günlük
siyaset üzerine fikirlerini, son bölümü ise bir liberal olarak Toker’in medya
ve insan haklarına bakışını irdeyelecek. Cem Toker’e nezaketi ve sabrı için
sonsuz teşekkürler.
Türkiye’de
Liberal Demokrasi ve Liberalizm
1-Türkiye
gibi devlet geleneğinin ve militarist devlet yapısının baskın olduğu ülkelerde,
liberalizm sadece "serbest piyasa ekonomisi" olarak algılanıyor ve bu
nedenle devlet, toplum ve sosyal adalet üzerine sadece bir şey söylediği
düşünülüyor.(Ortalama seçmen için). Siz bu noktayı nasıl irdelersiniz?
Liberalizm gibi temelleri aydınlamaya kadar uzanan bir "ideoloji"nin
Türkiye özelinde algılanması hakkında neler söylemek istersiniz?
1-İlk olarak padişahlık geleneği,
dolayısıyla yaparsa padişah yapar, verirse devlet verir. Bu Türkiye’deki siyasi
geleneğin bir yansımasıdır. Öte yandan coğrafi konumumuz, Rusya
için son derece önemliyiz biliyorsun ve öte yandan Rusya’ya son derece yakınız.
Bu nedenle Türkiye’de komünizmin etkisinde kalmış nesiller oldu. Bunların bir
kısmı Rusya’ya gitti. Ondan sonra gelen nesilse Avrupa’da demokratik sol ve
sosyal demokrasisinin çok ötesinde sosyalistti ve üstelik bunların devrimci bir
misyonu vardı. Üçüncü bir unsursa yakın tarihten Özal’ın yaptığı reformların
bir kısmının liberalizmle alakası olmamasına rağmen, küçük bir kısmının ancak liberalizmle
bağdaştırılabilmesi dolayısıyla, iyisi kötüsü her şeyin” liberal” çatısı altına
alınması oldu. Evet, özelleştirme tabi ki, her liberal demokratın savunduğu bir
olgu ama devlet tekelini özel sektör tekeline devredip, halkı özel sektöre
soydurmak veya kimi kurum ve kuruluşları ihalesiz peşkeş çekmek, ucuza satmak,
hele de bunu eşi dostu kayırarak yapmanın kesinlikle liberalizmle bağdaşır yanı
yoktur. Liberalizm her şeyden önce bir hukuk zemini ister. Hukukun olmadığı
yerde kapitalizm vahşi kapitalizme dönüşür. Az önce de belirttiğim gibi
liberalizmin taşıyıcı kolonu hukuktur. Fakat gel gör ki, “liberal Özal”,
anayasayı bir iki delmekle bir şey olmaz diyor. Hani bir laf vardır. Farenin
geçtiğinden korkmam, yol olmasından korkarım diye. Tüm bu etkenleri bir araya
koyduğumuz zaman, yağlama ekonomisi, devlete aşırı sırt dayama psikolojisi, üstüne
üstlük bir de hukuksuzluğu bir araya getirdiğimizde karşımıza Türkiye’de
liberalizmin nasıl algılandığı, algılatıldığı çıkmış olur.
Bir de izin verirseniz
Türkiye’de bu eksende vergi bilincini de değinmek isterim. Vatandaş devlete
vergisini veriyor ama devletin onun dolaysız vergileriyle işlediğinin ayrıdında değil. Bu
sebeple verdiği vergiyi takip edemiyor. Bizim bir düşüncemiz var vergi tahsili
konusunda. Özel ya da kamu kuruluşlarında çalışan herkesin maaşlarını brüt olarak
vereceksin. Maaşını alan kişi brüt maaşını iki hafta cüzdanında taşısın ve
götürsün daireye vergisini kendi elleriyle yatırsın. Bu paranın kendi cebinden
reel olarak çıktığını hissetsin, canı yansın. Bakın görün o zaman bu insan
vergisine sahip çıkıyor mu? Çıkmıyor mu? ABD’de vergi kesintisi var bizdeki
gibi. Fakat devlet bir yere yol yaparken tabelada şöyle yazıyor: “Vergileriniz
burada harcanıyor.” Bununla da kalmaz altına ne kadarı harcandığı ve ihale ile
ilgili bilginin nerede alınabileceği da
eklenir yazılı olarak. Gördüğünüz gibi her şey şeffaf. Bu manada hesap verilebilirlik
liberalizmde çok ama çok önemli bir olgudur. Türkiye’ye dönüp baktığımızda
devlet dairelerinin internet sitelerinde kurumun vizyonuna, misyonuna, yöneticisinin
geçmişine birçok şeye ulaşırsınız ama bunların bütçelerine ulaşamazsınız. İşte
şimdi burada şeffaflık nerede diye durup sormamız gerekir.
Aynı zamanda ABD’de
verginin nereye harcandığını takip eden yüzlerce STK var. Bilgi edinme ve hesap
verilebilirlik çok önemli orada. Fakat bizde vergi elinden çıktıktan sonrasıyla
pek ilgilenmezsin. Herkesin ağzından da üstelik “devlet baba yapsın” ı duyarsın.
Ancak sen birey olarak vergide konumunu ve haklarını bilmezsin. Bu durum bize
Türkiye’de aşılması gereken ve liberalizm algısı konusunda birçok ipucu verecektir.
-Peki, burada bir güvensizlik söz konusu değil mi? Hem devlete “baba” diye
hitap edip onu göklere çıkarıyoruz. Hem de yine devlete karşı büyük bir
güvensizlik duyuyoruz. Bu nasıl bir ikilem?
Duymamız çok doğal,
mutlaka duyacağız. Devlet gerekli bir olgu. Fakat gücü, erki ele geçirenin bu
gücü senin aleyhine kullanması büyük bir olasılık. Güç sahibi olan insan,
kendini düşünür, yakınını düşünür. Onun için liberal demokratlar der ki, devlet
gerekli bir olgudur ve bu sebeple kesinlikle denetlenmesi gerekir. Bunu nasıl
yapabiliriz? Bunu bizim birey olarak yapmamız mümkün değil. Gelişmiş
demokrasilerde bu amaçla kurulan bir yasama var. Yasamanın görev sadece kanun
yapmak değildir. Senin paranı nereye harcadığının hesabını sormaktır, bu
nazarla bütçeyi yapmaktır. İnsanlar bu güvensizliği bundan dolayı duyuyor. Ben
ne yapabilirim peki bunun için. Belediye meclislerine gidebilirim. Benim
gündelik hayatımı en çok etkileyen kurum belediyeler. Evimin önündeki
kaldırımdan, çöpe kadar. Fakat yerel yönetime bakış nedeniyle bu bilinci
Türkiye’de ne yazık ki görememekteyiz. Bunu sorgulasak zaten, liberal demokrasi
gelişecek.
2-Sizin
malumunuz olduğu üzere Türkiye anti-amerikan tavrın rağbet gördüğü bir ülke,
liberal dendiğinde
"Amerikancı" geliyor birçok kanadın aklına. Liberal demokrat
olmak "Amerikancı" mı olmaktır size göre?
Kesinlikle alakası yok. Fakat
liberal demokrasinin en başarılı uygulandığı yerdir ABD. Ancak herkes Amerika’yı
bildiği için liberalizmi ABD ile bağdaştırıyorlar. Siz de bu ilkeleri Türkiye
bazında savunduğunuz vakit Amerikancı yaftası yiyebiliyorsunuz. Ama mesela
benim için Kanada Amerikadan daha liberal
bir ülke. İngiltere, Avustralya da liberal ülkeler mesela. Alanlara göre değişebiliyor
liberal politikalar adını andığımız bu ülkelerde. Yine de serbest piyasa
ekonomisinin en başarılı uygulandığı ülke Amerika. Ben bir liberal olarak serbest
piyasa ekonomisini savunuyorum. Buraya Mcdonald’s açarsa açsın, uygun fiyata
uygun hizmeti veriyorsa önü açık olsun. Mesela bu Kahve Dünyası bir başarı hikâyesi
Starbucks’ı birçok yerde ezdi geçti. Kaliteyi tutturduğunda sen de başarı elde
edebiliyorsun. Bu takdir edersiniz ki Amerikancı olmak asla değil, serbest
piyasacı olmak kesinlikle Amerikancı olmak anlamına gelmez. Bir liberal
Amerikancı politikalar izler önyargısını kabul etmiyorum. Bir liberal demokrat
serbest piyasayı izler sadece.
3-Sosyal liberal
Green'in şu sözünün altını çizmek isterim. Diyor ki "Eğer bir kişinin yapmak
istediği şeyi yapmasına imkân verecek araçları yoksa onun o şeyi yapmakta özgür
olduğunu söylemenin bir anlamı da yoktur.” Fırsat eşitliği diyoruz, her bireyin
girişimciliğini savunuyoruz ama eğer bir kişinin fırsat eşitliği çerçevesinde
ona ulaşacak araçları, maddi birikimi yoksa liberalizm burada sosyalleşebilir
mi? Bir liberal demokrat olarak bireycilik ile toplumculuğun kısmen de olsa
kesiştiği bu alan hakkında neler söylemek istersiniz?
Önce şundan bahsetmek
isterim. Eşitlik liberal bir kavram değil. Tanrı bile insanları eşit
yaratmamış. Onu biz eşitleyeceğiz diye yola çıkmak yaratıcıya kafa tutmaktır.
Güzel kadın, çirkin kadın, zeki insan, aptal insan var vs. Ama ben iki eşitliğe
inanırım. Biri fırsat eşitliği, bu ideale yaklaşabilir. İkincisi kanun önünde
eşitlik. Bu da ideale yaklaşabilir. Ama
eşitlik, maddi bağlamda eşitlik benim gözümde liberal bir ilke değildir. Ona
erişmeye çalışmak adaletsizliğin ortaya çıkmasına gebe olabilir. Geçenlerde
İstanbul Üniversitesi’nde de buna benzer bir soru geldi. O da bizi sosyal
liberalizmin de yaklaşmış olduğu sosyal adalete getirdi. Ben de onları bir düşünürden
alıntı yaparak yanıtlamaya çalıştım. Şöyle ki, sen sınıfta gece gündüz ders
çalışarak en başarılı notu alıyorsun. Yanındaki hiç çalışmıyor ve sıfır çekerek
sınıfta kalıyor. Şimdi ben o öğrenci çakmasın diye aldığı yüz notunun ellisini
kalan elemana da veriyorum ki o da geçebilsin. İkiniz de geçin diye yapıyorum
bunu. Ama bunun sana bir haksızlık olacağı ortada. Üstelik ona da haksızlık.
Zaman içinde ne oluyor. Sen daha az çalışmaya başlıyorsun. Çalışmayan öğrenci
zaten notun yarısı benim diye, tembellik etmeye devam ediyor. Burada karşımıza
ne çıkıyor, nitelikte kayıp. Devlete endekslendiğinde zamanla gelişkin bir ülkenin
dişlilerinde aşınma yaratır. Bir ülke için bunun sonucunu kestirmek kolay olsa
gerek.
-Peki, gelişim düzeyi ve evrimi Avrupa gibi olmayan toplumlarda, toplumu
ortaya çıkmış olan vahşi kapitalistlerden ve oligartlardan korumak ve
sömürülmesini önlemek için sosyal politikalar
düşünülebilir mi liberal demokraside?
Bu sorunuza özelleştirme
açısından bir örnek vererek yaklaşalım. Ben burada liberal demokrat bu durumda
ne yapar onu anlatmaya çalışacağım. Bir kamu kurumu özelleştirildiği zaman
onunla ilgi en büyük haber ne kadara satıldığıdır. Değil mi? Toplum hazineye
para girdi diye bakabilir olaya. Mesela İDO’yu alan adam hayır derneği değil.
Harcadığı parayı birinden çıkaracak. Bilin bakalım kimden çıkaracak? Halktan
tabi, yani senden benden çıkaracak o parayı. Bizim yıllardır vurgulamaya
çalıştığımız şey İDO’nun eli tane gemisi varsa ve tüm hat dahilinde
feribotların hepsi onunsa bu büyük bir soygundur. Tekel en büyük soygundur,
tekelleşmeye göz yummaksa en büyük yolsuzluktur. Burada ne yapılmalıydı? İDO’nun
50 gemisi varsa, rekabet ortamında bu gemileri onar olmak üzere beş filoya ayırılmalı
ve her filo bir şirkete verilerek tekel ortamına mahal verilmemeliydi. Bursa
Belediye’si hatırlayacaksınız, İDO’ya rakip çıktı ve bir anda fiyatlarda düşüş
yaşandı. Sihirli kelime düzgün, etkin ekonomide ve toplumda tekelleşme karşıtı
rekabettir. Bir önemli noktayı daha vurgulamalıyım. Devletin rekabeti getirmesi
de aslında bir haksız rekabettir. Sosyal açıdan da önemlidir bu. Geçenlerde
Hollanda’da Avrupalı liberalle bir toplantıdaydım. Dendi ki, özelleştirme
sokaktaki insanın cebine yansıyorsa iyidir. Sokaktaki insanı sömüren biçimi ve
amacı bozuk bir özelleştirmeyi bir liberal demokrat olarak asla kabul edemem.
-Peki ya, sosyal hizmetler nasıl olacak? Hiç olamayacak mı sizin
politikalarınıza göre?
Sosyal hizmetleri sıfıra
indirgeyelim demiyoruz. Biliyorsunuz Belediye’nin İSMEK gibi kursları var ve
bunlar ücretsiz. Bu nedenle 650 bin kişi bunları tercih ediyor. Peki, bu
kursları ücretli veren ve bunla yaşamını idame ettirenler ne yapsın.
Kepenklerini kapatsınlar demek kolay. Öte yandan tabi ki, fakir insanlara el
uzatmak lazım. Bunu reddetmiyoruz kesinlikle. Nitekim Liberal Demokrat Parti
olarak bu gibi hizmetler için kupon projemiz var. Belediyeler vesaire, özel
kuruluşlarla anlaşacak. Biz diyecekler size şu kadar para vereceğiz ve
belediyemizden kupon alan kişiler sizin hizmetlerinizden faydalanabilecek.
Yani, kamyonlarla makarna dağıtmaktan ve özel sektörü zora sokmaktan kurtaracak
çok daha insani, kaliteli ve verimli bir yol bu. ABD’de gıda yardımları böyle yapılıyor mesela.
Her tarafı mutlu etmesi muhtemel gayet insani bir yol olarak görünüyor değil
mi? Devleti direkt bu işlere sokmuyorsun ama devletin sosyal görevlerini bu
şekilde yerine getiriyorsun.
-Cem bey, ya devlet kendine yakın hissettiği kurslarla, kuruluşlarla
anlaşma yolunu seçer de, yine toplumda mağduriyet yaratıp, yandaşını
kuvvetlendirirse ne yapacağız?
Hukuk. Hukuk olmadan hiçbir
şey olmaz, olamaz. Liberalizmin taşıyıcı kolonu hukuktur o olmadan zaten bir
şeyler beklemek anlamsızlaşır. Ortaya vahşi kapitalizm çıkmış olur. Bu verdiğin
örnek soygun düzenidir. Şeffaflık ve tarafsız bir ihale süreci ile bu
sağlanmazsa bu işin yürüyebilmesi imkânsızdır.
-O zaman yetkin denetleme yapılmalı değil mi?
Ben devletin
denetleyebileceğini de inanmıyorum. Mesela batan bankalar hazinece
denetleniyordu. Devlet denetledi ve hepsi bir gecede battı. Devlete emanet
edilmiş tarihi eserler müzelerden çalındı ve bunlar yurtdışına çıkarıldı. Büyük
depremde yıkılan her binayı devlet denetliyordu. Devletin imar müdürlükleri
yapıyordu bunu. Ama bir tane sorumlu ortaya çıkarılmadı, bu konuşulmadı bile.
Devlet denetleyemez. Mesela tersane ölümlerini konuşalım. Solcuları çok
ilgilendiriyor bu. Bu işçiler patır patır ölüyor ama Çalışma Bakanlığı oraları
hep denetliyor. Çalışma Bakanlığı denetlediği için bir adam gidiyor oraya
şantiye şefiyle oturuyor, bir kahve içiyor, ona olan borçlarını ödüyorlar nakit
olarak. Ondan sonra şöyle bir göstermelik dolaşıyor, gerekli belgelere bakıyor.
İmzalıyor, damgalıyor falan. Sonra, hayırlı işler. İşte emeğin sömürülmesi,
emekçinin hayatının değeri yok. Bu durum solcuları çıldırtıyor. Ne yapmalı o
zaman? Benim yapacağım tek bir yasa vardır. Her iş yeri çalışanlarını iş
kazalarına karşı sigortalayacaktır mecburen. Tersane sahibi gidecek özel
sigorta şirketlerine gidecek. Sigorta şirketi aptal değil tabi. Orada ki riskli
bir işte çalışan yüz tane işçiyi sigortalamayı göze alacak. Eğer yeterli iş
tedbirleri alınmamışsa sigortalamayacak. Bunu yapsa dahi primler, ödemeler çok
yüksek olacak. O zaman astarı yüzünden pahalı olacağından iş yeri sahibi
gerekli önlemleri alacak. O zaman otomatik bir denetleme ortaya çıkacak. Oraya
devlet gitse bile sadece sigorta poliçelerine bakması yeterli olacak. Bu misali
birçok alan içinde genişletebilirsiniz. Liberalizm asla gaddar ve bireyi
yüzüstü bırakan bir şey değildir. Yalnızca koruma mekanizmaları ve denetleme
farklıdır. Solcuların liberalizme bencillik ve aç gözlülüktür demeleri gerçeği
yansıtmıyor.
4-Bizde
iktidar olmak sıklıkla konuşulmasına rağmen, muhalif olmak pek konuşulmaz.Türkiye'de
sosyal demokratlar ya da diğer devrim karşıtı sol akımlara da bünyenizde yer
vermeyi düşünüyor musunuz? Türkiye için aydınların partisi olabilir mi LDP?
Benim asla kimin hoşuna
giderim gibi bir düşüncem hiç olmadı. Ama sosyal medyada bu görüşlerimi
paylaştıktan sonra geri dönüşlerin en çoğunu sol görüşlü gençlerden aldım. Abi,
biz liberalizmi böyle bilmiyorduk. Sen anlattığın zaman daha sıcak bakıyoruz.
Biz onu sömürü, vicdansızlık, başıbozukluk olarak görüyordük. Liberalizm “bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler” demektir ama “bırakınız geçirsinler” demek
değildir. Partiye ayda 30 kişi kaydoluyorsa bunun 25 tanesi CHP’den geliyor.
CHP’nin solu arayış içinde. Sağda adres çok var. Milliyetimi yoksa dinimi öne
aldığına göre seçimi yapabilirsin orada. Fakat bu partiler ekonomide bir şey
söylemezler. Ak Parti kesinlikle liberal değildir, ben bunu akşama kadar yerinde
argümanlarla tartışabilirim. Muhafazakârlık ile liberalizm aynı şey değildir.
Devleti küçültmeyen, oportünist ve vergilendirmeyi buna göre yapmayan bir parti
nasıl liberal olabilir, sorarım size. Kâğıtlarını iyi oynayan, belediyecilikte
iyi, dört ayak üzerine düşmüş, Türkiye’de ve dünyadaki siyasi durumun var
ettiği bir partidir AKP.
(-) bunla başlayan sorular doğaçlamadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder