10 Kasım 2013 Pazar

Yüzleşme, özür ve Türkiye

Koordinatör Asena Günal'a göre “Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür” sergideki soykırım örnekleri, kanlı geçmişiyle yüzleşmeyen Türkiye’yi hatırlatıyor.

Şükürler olsun ki, bugüne dek hiçbir soykırım manzarasına şahit olmadım. Ancak, kimsenin tanık olmasını dileyemeyeceğim bu insanlık suçunun yarattığı korku ve endişe ile birlikte gelen o soğuk ürpertiyi Bosna savaşının katliamlarıyla simgeleşmiş Srebrenitsa'yı ziyaretimde yaşamıştım. 

Yan yana dizili binlerce mezarın altında yatanlar, tüm dillerin anlatmakta yetersiz kalacağı bir korkunun yerleştiği yardım dileyen gözleriyle sanki bana bakıyordu. Öfkemin aman vermeyen eşliğinde üzüntüyle saatlerce dolaştım. Boşnak Müslüman işçilerin, yıllarca yan yana çalıştıkları arkadaşları tarafından anlamsız bir kinle katledildiği, soykırımın müzelerinden biri haline dönüştürülmüş fabrikaya gittim. Ölüm sessizliğinin ortasında, katliamın sesini, öldürülenlerin çığlıklarını yanı başımda hissettim. 

Aradan geçen yaklaşık iki yıldan sonra bu kez İstanbul’da, aynı yakıcı hissi vermekten bir hayli uzak olsa da katliamlar ve soykırımlarla dolu dünya tarihinden küçük bir kesit sunan bir sergideydim: “Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür”.
Soykırım belgeleri 

15 Aralık 2013’e kadar açık olan “Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür” sergisiyle ilgili proje dâhilinde iki de kitap hazırlandı. Serginin tamamlayıcısı niteliğindeki katalog, sergiye ev sahipliği yapan Depo'dan ücretsiz edinilebilir. 

Sergi kapsamında ele alınan vakaların ayrıntılı olarak incelendiği metinlerle beraber, geçmişle yüzleşme üzerine çalışan yazar ve akademisyenlerin katkılarının yer aldığı kitap ise Bir Daha Asla!: Geçmişle Yüzleşme ve Özür adıyla İletişim Yayınları tarafından basıldı. 

Sergide özel olarak incelenen vakaların yanı sıra, günümüze kadar dilenmiş olan resmî özürlerin kapsamlı bir haritası da yer alıyor. Elazar Barkan ve Graham G. Dodds'un danışmanlığında hazırlanan, tasarımcı ve sanatçı Mahir M. Yavuz'un görselleştirdiği bu özel proje, resmî özürleri, tarihsel bağlam ve mekân ilişkisi üzerinden ele alıyor.
Türkiye neden yok?

Günün erken saatlerinde geldiğimden, Tophane Tütün Deposu’ndaki serginin doğal olarak o günkü ilk ziyaretçisiydim. 

Üç katlı binanın iki katı, Açık Toplum Vakfı veAnadolu Kültür tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen sergiye ayrılmış vaziyetteydi. Özel bir ışıklandırma ile aydınlatılan Almanya'nın tarihe geçen eski şansöylesi Willy Brandt'ın Varşova Gettosunun önünde diz çöktüğü o ünlü fotoğraf dikdörtgen biçimindeki salonun tam ortasındaydı. Sağında Srebrenitsa Katliamı, solundaysa Kanlı Pazar için özür dileyenİngiltere Başbakanı David Cameron'ın videosunun döndüğü Britanya bölümü yer alıyordu. 

Diğer köşelerde; ABD'nin Amerikalı Japonlardan özrü ve belgeleri, Fransa'nın bir türlü gelememiş özrünün tarihi arka planının fotoğraflarla gösterildiği kısım, Bulgaristan'ın Türklere yaptıklarının anlatıldığı birkaç videonun yer aldığı panolar ve boş bir duvar. Sergiye adını veren yüzleşme ve özür sözcükleri olunca salonda genişçe bir yer kaplayan boş duvarın Türkiye'ye mi ayrıldığı sorusu geçti aklımdan. 

Yakın Türkiye tarihinin kanlı geçmişinde önemli yer tutan Ermeniler, Aleviler ve Kürtler ile 6-7 Eylül olaylarında Rum ve Yahudilerin başlarına gelenleri düşününce, bu çalışma Türkiye’de yaşayanlar için olanlarıyla değil olmayanlarıyla konuşulacak bir sergiydi.

Geçmişle yüzleşme deneyimlerini ve özür dileme eylemini, toplumların ortak demokrasi kültürünü oluşturma mücadelesi bağlamında ilişkisel olarak ele almaya çalışan “Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür” sergisi tam da bu nedenle Türkiye'de çok önemli bir misyonu üstleniyor. Dünya tarihinden sekiz vakaya yakından bakarak geçmişte yaşanan hak ihlalleri, katliamlar, soykırım ve insanlık suçlarıyla devletlerin nasıl yüzleştikleri, hangi süreçlerden geçtikleri, nasıl özür diledikleri ve dilenen özrün anlamı üzerine düşündürtmeye çalışan serginin teması olan geçmişle yüzleşme ve özür, nasıl bir toplumda yaşamak istediğimiz ve nasıl bir ortak gelecek kurmak istediğimizle de ilgili. 

Ele alınan vakaların ayrıntılı olarak incelendiği metinlerle beraber, geçmişle yüzleşme üzerine çalışan yazar ve akademisyenlerin katkılarının yer aldığı İletişim Yayınları tarafından basılan sergiyle aynı adı taşıyan kitabın editörü ve bu önemli çalışmanın program koordinatörü Asena Günal sorularımızı yanıtladı.

Kitap boyunca birçok ülkeden vaka incelemeleriyle karşılaşıyoruz ve çalışma bitmemiş bir hava taşıyor. "Sanki sıra Türkiye'de" der gibi bir ifade var. Amaç bu soruyu okuyucuya sordurmak sanırım değil mi?
Aslında evet, uluslararası örneklere bakmanın yararlı olacağını düşündük. Türkiye'nin de yapması gereken şeyler olduğuna inanıyoruz. Bu soykırımları ve katliamları yapanların bulunması, yargılanması ve cezalandırılması da hesaplaşmanın bir parçası. İşte bunun için bazı vicdan mekânları, hafıza mekânları kurulmasının uygun olacağını düşündük. Tüm bunlar bize geçmişi hatırlamak için imkân sağlayacak girişimler. Biz Türkiye de bunu yapsın diyoruz. 

"Türkiye var. Şili'ye baktığımda 12 Eylül darbesini hatırlıyorum."

Kitapta ve sergide Türkiye yok ama aslında var. Ben Şili'ye baktığımda 12 Eylül darbesini hatırlıyorum. Avustralya'daki Aborjinlerin beyazlaştırılmasını Türklerin Kürtlere yaptıklarıyla bağdaştırıyorum. Kimi ülkelerde yaşanan toplama kamplarında Aşkale'yi görüyorum mesela. Aslında kitapta bahsi geçen tüm vakalar Türkiye'yi anlatmadan hatırlatan şeyler. Bu nedenle sergideki görselleri seçerken bile Türkiye'yi hatırlatacak olanları seçtik. Sizin de bildiğiniz o ünlü Kanlı Pazar fotoğrafı Gezi'yi anımsatıyor. Bizim amacımız tüm anlatmaya çalıştıklarımızın akabinde siyasette yaşananların sivil toplumun ne kadar gerisinde olduğunu yansıtabilmek. Bu çalışmayla "Sen de adım at artık Türkiye" diyoruz kısacası.

Kitapta hukuk, psikoloji, felsefe gibi çok çeşitli alanlardan uzman isimlerin imzası var. Neden?
Soykırım, katliam gibi konular hukukun, psikolojinin, sosyolojinin, felsefenin de çalışma alanında olduğu için, zaten bu konuyla ilgili çalışmalar yapan bu isimleri özellikle seçtik.

Makalelerin arasında Yıldız Ramazanoğlu'nu da rastlıyoruz.

Evet, geniş bir kitleye seslenmek istedik. Daha önce bu konuda yazan, bilinen insanların yanı sıra AKP çizgisine daha yakın kitleye de seslenmek istiyoruz. Ben Yıldız Ramazanoğlu'nun da olmasını istedim özellikle. Çünkü İslami perspektiften baktığımızda da özür çok önemli bir yere sahip. Öte yandan güncel siyaset konusunda yazan Yetvart Danzikyan'ın da bir makalesi var kitapta. Bilgi Üniversitesi'nde görev yapan ve bu tür konularla ilgilenen Hukuk profesörü Turgut Tarhanlı ile psikoloji doçenti Murat Paker’den de destek aldık.

"Özür, bağlayıcı bir niteliğe sahip." 


Yetvart Danzikyan makalesinde özür kelimesinin üzerinde özellikle duruyor ve Türkiye'nin (Ömer Çelik'in açıklaması üzerinden) "oldu bir kere" diyerek ısrarla özür kelimesinden kaçındığını söylüyor. Nedir bu özür kelimesindeki sihir?

Doğal olarak özür kelimesinin bağlayıcı bir niteliği var. Bunun ferdi özürden ayrı bir tarafı olduğunu söylemeye gerek yok. En başta resmi bir ifade bu ve resmi olan özür törensel bir şekilde dileniyor. Dev ekranlar kuruluyor önemli meydanlarda. İnsanlar toplanıyor. Canlı yayında başbakan televizyonda bir özür metni okuyor. Yani bu işin bir ritüeli var. Bu özür aynı zamanda bir sözü de bünyesinde barındırıyor. 'Ben özür diledim' diyerek kenara çekilemiyorsunuz. Özrün hukuki ve maddi gereklerini yapmak durumundasınız.

Kitabın önsözünü İshak Alaton'un yazmasının nedeni nedir?

Aynı zamanda projenin fikir babası olan İshak Alaton’un 6-7 Eylül'de yaşadıkları çok trajik. Nitekim kendisi özür meselesiyle bir zamandır ilgileniyordu. Açık Toplum Vakfı'nın yönetim kurulu başkanı olarak serginin kitaplaşmasını öneren de kendisidir.

Şili'nin Eski Başkanı Patricio Aylwin halkından özür dilerken, "Yalanlar şiddetin bekleme odalarıdır. Bu nedenle de barışla bağdaşmazlar" demiş. Özür barışmanın teminatı mıdır her zaman?
Tabii ki hayır. Biz özre öyle bir anlam yüklemedik. Özür dilendiğinde her şey hallolur gibi bir şey söylemiyoruz. Özür bu manada her şeye ilaç değil. İçinde cezalandırma, hakikat komisyonları ve müzeleri de barındıran daha geniş bir alanın parçası. Mesela ne zamanki Britanya, IRA ile barıştı ondan sonra özür meselesi gündeme geldi. Aslında özür barışı mümkün kılıyor değil. Bazen de barış, özrü mümkün kılabiliyor. Birbirine hazırlamak gibi anlaşılmamalı. Özür ve barış at başı gidebilir. İngiltere ve Şili'de hazırlanan samimi raporlardan sonra atılan adımları örnek verebiliriz bu duruma.

Türkiye'de bu yönde raporlar hazırlamak için bir komisyon kurulması lazım o zaman.
Bu zaten Kürt meselesinde çok tartışılıyor. Bir hakikat komisyonun kurulması lazım. Bunun için Hafıza Merkezi adıyla faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşu var. 1990’lı yıllarda gözlatında kaybedilenlerle ilgili bir veri tabanı, hafıza arşivi oluşturmaya çalışıyorlar. Bunun her alan için yapılması gerekir.

Herkesin suçlu olduğu yerde kimse suçlu değildir

Peki bu bağlamda Tanıl Bora'nın, kitapta yer alan makalesinde bahsettiği "hafıza arşivi" ne demek?
Hafıza arşivi; kim, kime karşı, ne yaptı; onu ortaya çıkarmak demek. “Herkesin suçlu olduğu yerde kimse suçlu değildir” sözünü anımsayacak olursak hafıza arşivi faillerin ortaya çıkarılması, cezalandırılması konusunda çok mühim genel bir çalışmayı ifade ediyor. Kimi özür örnekleri ne yazık ki bu sağlamaktan uzak gibi görünüyor. Yetersiz ve yapmacıklar.

Srebrenitsa'da olduğu gibi mi?

Evet, oradaki annelerden birinden kitapta bir alıntı yaptık. O anne diyor ki; "Bu özür benim için bir anlam ifade etmiyor. Ben oğullarımın, kocamın katillerinin bulunmasını istiyorum." Faillerin ortaya çıkarılmayıp gereken cezanın verilmediği ve onların ellerini kollarını sallayarak normal hayatlarına devam ettikleri bir "özür sonrası ortam" ne yazık ki bir şey ifade etmiyor. Özür, sonrasında yapılması gereken tahkikat ve cezayla birlikte yürümesi gereken bir adım.

Ünlü Alman Filozof Karl jasper,"Dünyada insanlar hakkımızda ne düşünüyor" diyerek özre yöneldiğimizi iddia ediyordu. Reelpolitik olarak değerlendirdiğimizde doğruluk payı taşısa da sizce sorumluluk perspektifinden baktığımızda özür bu denli kolay sınırlandırabilecek tek taraflı bir deneyim midir?
Burada ben daha çok reelpolitik ve etik karşıtlığına değinmek isterim. İnsanların hakkınızda ne düşündüğü sadece reelpolitik bir anlama sahip değil. Etikle de ilgili. Bence burada reelpolitik hesaptan çok etik bir nokta var. Ahlaklı olmak için yapılması gereken şeyler gibi. Aslında bu Elezar Barkan'ın yazısında daha geniş bir biçimde var. O makalesinde "Yeni Uluslararası Moral"den bahsediyor. Bu tanıma göre ulus-devletler bir şeyler yapıp hiçbir şey olmamış gibi davranamazlar, geçmişleriyle yüzleşmek zorundalar. Şu anda yaşanan eşitsizlikleri giderme yönünde bir adımdır bu. Çünkü birilerinden özür dilemek aslında onları eşitin kabul etmektir.

Hatta Willy Brandt'ın yaptığı gibi önünde eğilmektir.

Aynen. Aslında eşit konuma gelmek demokrasiyle de ilgili. Sadece etik ve reelpolitikle değil. Mesela Sırbistan'ın özrü tamamıyla reelpolitik.

Haberin devamı için:
http://www.habervesaire.com/news/yuzlesme-ozur-ve-turkiye-2614.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder