2 Mayıs 2011 Pazartesi

44B


Kadın en öndeki gencin yanına yaklaştı, kendisini hatırlatmak için biraz duraksadı onun yanında. Genç, sosyal baskının geçmesi için beklerken, kadın kalabalıklaşan otobüste mecburen ilerledi. Bana doğru yaklaşıyordu. Neyse ki, önümde benden küçük bir genç oturuyordu ve bana daha epey koltuk vardı. Bu genç kalktı ve kızgın bir şekilde yerini verdi. İyi de yaptı, çünkü fiziksel yorgunluk psikolojik yorgunluktan daha iyidir. Ayakta gitmek yorucudur ama sosyal baskı kadar da insanı yıpratmaz. Kadın zafer kazanmış bir edayla, kuru bir teşekkürle koltuğa oturdu. Neyse, yırttık dedim kendi kendime.

Citaro otobüslerinde arkada motor yanında, son arka kapının hemen bitişiğinde yan yana üç koltuk daha vardır. Ben genelde cam tarafına doğru otururum. Burada sol yanımda da iki liseli genç vardı ve bunlar birbirlerine “basitçe” kur yapıyordu. Ne kadar komik olduğunu anlatamam. Kız güldüğünde, başını çocuğun omzuna değdiriyor, oğlan da her fırsatta dokunmak için bir fırsat peşinde. Bizim kurcu çiftin ve benim tam karşımızdaki ters koltuklarda iki liseli erkek daha,  ağız dolusu küfürlerle ve yüksek sesle konuşuyor. Bu dönemde bildiğiniz üzere yüksek sesle konuşmak modadır erkek çocuklarında, dikkat için ilk elden bu yapılır. Yüksel sesle konuşulduğunda hem küfürle –hangi akla hizmet- büyülündüğü gösterilir hem de egolar bir güzel tatmin edilir. Bu iki genç arada sırada, yanımda çift olmaya çalışan ikiliyi kesiyor ve bana da bakış atmaktan geri durmuyorlardı. Bu zor bir oyundur onlar için, kendini daha tamamlamamış bu genç erkek bireyler karşılarındaki insana –gözlerini kaçırmadan- bakarak bir üstünlük kurmaya çalışırlar. Bu cesaret işidir. Çünkü karşı taraftaki birey sizden daha baskınsa gözlerinizi koyun gibi kaçırmak en iyi çözümdür. Kolay yoldan üstünlük kurma isteği için yapılan bu meydan okuma, özellikle böyle kişisel anlamda kendini tamamlamamış gençlerde en sık rastlanan ego savaş oyunudur. Ben ilk başlarda böyle durumlarda hiç oralı olmam. Takmam yani. Fakat bu delikanlılara bir ders vermem lazımdı. Onlar bana baktıklarında ben de onlara –yüzüme ciddi bir hava vererek- baktım. Kaybettiler tabi, dangalaklar. Şunu bilmeleri lazımdı, egosunu –en azından- bu tarz oyunlara gerek bırakmayacak kadar tatmin etmiş insanlar böyle basit oyunlara kalkışmazlar. Böyle insanlar bazen konuşurken bile gözlerini sizden kaçırırlar ve ciddi konularda –büyük insanlar- egolarını ortaya sermeden gözlerinizin içine derin derin bakarlar.

Kâğıthane durağında bizim bu liseli genç tayfa indi. Ben de o ara kitabıma dalmıştım. Kafamı kaldırdığımda inen tayfanın yerine gelen güzel genç kızı fark ettim. Asil bir yüzü vardı bu kızın. Gözleri koyuydu ve elmacık kemikleri tatlı bir kavis yaparak noktalanıyordu. Kumraldı ve üzerinde üst bölümünü tamamıyla örten bir bluz ve altında ince bacaklarını saran bir kot vardı. Kitabın her bölüm bitişinde(Tabi, daha sık bakmışta olabilirim. Yalan olmasın şimdi.) dönüp dönüp ona baktım. Yanlış anlamayın cinsel istekle değil, yüzü çok güzeldi ve güzelliğinden zevk alıyordum sadece. Allahın yarattığı en güzel şeylerden biri olan “güzel kadın yüzüne” bakmadan durulur mu? Onu kestiğimi bir süre sonra fark etti. Kadınlar gözlemlerime göre çok ileri uçlarda değilse, bir erkeğin ona bakmasından belirsiz, katıksız zevk alıyorlar kanımca. Egoları, benlikleri tatmin oluyor ve “bakılınabilecek, dikkat çeken kadın” mertebesine yükselmek onlara içten içe bir haz veriyor. Tabi bunlar ileri uçlarda tacizvari bakışlar değilse elbette.

Bu kızda zevk aldı mı bilinmez ama benden yana bakmaması da kızmadığını gösterdi bana.(Kadınlar kızınca kaşlarını çatarlar genelde, kedi gibi, masum masum oturuyorsa bir sıkıntı yok demektir.) Ben kafamı zıt tarafa her çevirdiğimde bakışlarını benim olduğum tarafa yönlendirmesi de önceki yargımı doğrular nitelikteydi. Fakat ne yazık ki bu kızcağız benden önce indi. Elveda, güzel kız yolun açık olsun bile diyemeden hem de. (Son cümlem biraz, yo aşırı romantik oldu.) Bir daha karşılaşır mıyız? Bu epey zor, bilinmez belki bir yerde.Umarım.

Hava yağmurluydu ve bu içerdeki insanların daha çok birbiriyle ilgilenmesine yol açıyordu. Alibeyköy’de yaşlı iki karı-koca bindi otobüse. Sürüklüne sürüklene gelerek kızdan boşalan yere oturdular. Ne kadar güzel bir manzaraydı bu. Kocasının, -babaannemin dediği gibi- beyinin koluna girmiş 70’li yaşlarındaki hanımın saygısı ne kadar içtendi. Hayatta yalnız kalan bu iki yaşlı bedenin tarihi geçmiş iki gemi gibi birbirlerinin limanına hiçbir cinsel ya da hazsal dilek olmadan sığınması ne kadar da hoştu. Bir süre sonra yaşlı adamın ona göre sağındaki koltuk boşaldığında hanımını oraya geçirdi. Çünkü kadını ters gitmeyi sevmiyordu bu yeni otobüslerde. Ben de bir fırsat bularak kadının boşalttığı yere oturdum. Sohbeti yaşlı adam açtı. Şu yeni gençliğin ‘paspal ve har bulup harman savuran’ giyim anlayışı hakkındaki şikâyetlerini beyaz dişleriyle, tatlı tatlı gülümseyerek anlattı bana, ama beni sevmişti, saçlarımı ve giyimimi beğenmişti. Sonra konu Almanya’da işçi oldukları döneme geldi. Almanya’da dedi, o zamanlar 15 Mark’a Almanlar ne güzel giyinirdi ve sakalınız sıvazlayarak (çok iyi biçimlendirilmiş, orta uzunlukta pamuk beyazı sakalları vardı.) ekledi:”Bizim Türkler değil 15 Mark’a, bir aylık maaşlarını yatırsalar güzel giyinemezlerdi.”Gülüştük. Yaşlılar geçen geçmişlerinde yaşarlar, gelecek için pek bir şey kalmamıştır ne de olsa, bu yüzden acısıyla, tatlısıyla geçmiş güzeldir onlar için, geri gelemeyecek o yıllar.

Yaşlı kadıncağız da arada camdan dışarı bakarak beyinin dediklerini onaylıyordu kafasını sallayarak. Onlarda Eyüp’te indi, Camiden birkaç durak sonra Ayvansaray’da. Kalmıştım “kabak” gibi yalnız ortada. Kitaba devam ettim. Otobüse ikindi vakti bindiğimden otobüsteki kişi sayısı azdı. Arka tarafta bir ben, bir de kulağında kulaklığı, başını cama dayamış bir genç kalmıştık sadece. Dışarı göz atmaya başladım. Yağmur ciseleyerek yağıyordu ve damlalar cama utangaçça dokunarak, yavaş yavaş aşağıya doğru    kaçışıyorlardı. Hava güzeldi, ışık çok güzeldi. Yumuşak ışığa aşığımdır. Fotoğraf için bulunmaz nimettir bu. Kontrast az olduğundan hem pozlamalar daha tutarlı olur, hem de ışık mükemmel derece homojendir bu kapalı havalarda.

Karaköy durağında inip inmeme arasında, son durakta inmeye karar verdim. Yeni Cami’nin oradan çıkardım saraya ne de olsa.

Otobüs görevi tamamlamanın verdiği gönül rahatlığıyla bir oh çekerek durdu Eminönü son durakta. Yavaşça adımımı dışarı attım ve Otobüs yeni yolcularını almak için dönerek uzaklaştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder